Kanal A | ANA HABER

Türk Eğitim Derneği (TED) Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu,YÖK ün katsayı kararını yorumladı.

Plansızlıkla yürütülen eğitim sistemiyle nereye kadar?

Bugünkü haliyle eğitim sistemi tam bir sorunlar yumağı halini almıştır. Bu yumağın her geçen gün biraz daha büyümesindeki başlıca neden, sistemin belirsizlikler ve plansızlıkla yürütülmeye çalışılmasıdır. Eğitim sisteminin içinde ilerlemeye çalıştığı yol spor salonlarındaki yürüme bandına benzemektedir. Zaman ve efor gerektiren ve üzerindekileri terleten bu yol hiçbir yere varmamaktadır. O halde, hiç ilerlemeyen, hiç bir yere gitmeyen bu yolda yürümek yerine, yeni bir yol bulmak gerekmektedir.

Gerek kalkınma planlarında, gerekse Milli Eğitim Şuralarında pek çok tüzük ve yönetmelik çıkarılmasına rağmen, bunlar ne yazık ki, kağıt üzerinde kalmış bir türlü uygulamaya konulamamıştır. Bu güne kadar hazırlanmış ve uygulamaya konulmuş 9 kalkınma planı bulunmaktadır. Ancak görülmektedir ki bu planlarda ‘kalkınma’ yalnızca ekonomik kalkınmaya indirgenmekte, eğitim de yalnızca ekonomik açıdan ele alınmaktadır. 20. yüzyılın sanayi toplumundan kalan insan gücü ve meslek sınırlandırmaları, 21. yüzyılın bilgi toplumunun ihtiyacına yönelik bir planlamanın önünde bir engel oluşturmaktadır. İlki 1939 yılında toplanan 1. Eğitim Şura’sından bu yana 17 Milli Eğitim Şura’sı gerçekleştirilmiştir. 18. Milli Eğitim Şura’sı 1-4 Kasım 2010’da gerçekleştirilecektir. Milli Eğitim Şurası, MEB’nın eğitim ve öğretimle ilgili konuları incelemek ve öneri niteliğinde kararlar almakla görevli en yüksek danışma kuruludur. Ne yazık ki, gerek kalkınma planlarında eğitimin ele alınış şekli, gerek şuralardan çıkan kararlar eğitimde bir kalite artışı, verimlilik ve devamlılık sağlayamamakta, kağıt mühendisliğinden öteye gidilememektedir.

 Eğitim ve eğitimin yönetilmesi zor bir konudur. Pek çok bileşeni olan karmaşık bir yapıya sahiptir. Aynı zamanda yaşayan ve şartlara göre değişen organik bir yapısı vardır. Son yıllarda ‘nasıl bir insan yetiştirmeliyiz’ konusunda ortak bir görüş oluşmuştur. En sık dile getirilen özellikler soran ve sorgulayan, eleştirel düşünen, problem çözme becerilerine sahip, gelişmeye açık, çağdaş, demokrat bireyler olarak ifade edilmektedir. Ancak bu özelliklerin nasıl kazandırılacağı konusunda sistemli bir yaklaşım sergilenememekte ve yetiştirdiğimiz çocuklar tarafından ne ölçüde içselleştirildiğinin değerlendirilmesi yapılamamaktadır.

 Eğitim planlı programlı ele alınması gereken bir konudur. Her ile bir üniversite kurulmuştur. Bu yolla isteyen herkesin üniversiteye girmesi sağlanacaktır. O ilin ticari ve sosyal hayatı kalkınacaktır. Ancak yapılan 2. yerleştirmenin sonunda bile hala 103 bin kontenjan boş kalmıştır. Öğrenciler artık hangi bölüm olursa olsun üniversitede okuyayım dememeye, kendi kariyer planlarını yapmaya başlamışlardır. Üstelik özellikle doğudaki ve küçük illerdeki üniversitelerin öğrencisi olsa bile öğretim üyesi, dekanı ya da laboratuarı yoktur.
 Eğitim kaynakların optimum düzeyde kullanılmasını gerektiren bir konudur. Yeni sistemde meslek liselerine katsayı engelinin kaldırılması çalışmalarının başlamasıyla son 8 senedir dershanelere rağbet etmeyen meslek lisesi öğrencileri dershaneleri doldurmuşlardır. Dershanelere bağımlılığı her geçen gün artan eğitim sisteminde 4000 den fazla dershane buna karşılık 8280 lise bulunmaktadır. Bu sektör içindeki sektöre akıtılan miktar yıllık 10 milyar dolardır. Meslek liseleri artık meslek edindiren, gerekli ara kadroları yetiştiren değil, üniversiteye girme çabasındaki öğrencileri barındırma okulları haline gelmişlerdir. Torna tesviye ya da turizm okuyan öğrenciler başarılı olurlarsa tıp okuyabileceklerdir. Her yıl meslek liselerinde öğrenci başına yapılan ortalama harcama 2.208 TL iken genel liselerde 1259 TL’dir. O halde 949 TL boşa harcanmış olmaktadır.

 Eğitim ekonomi ve siyasetin gölgesinde kalmaması gereken bir konudur. OECD (30) ülkeleri arasında ekonomisi 16. sırada olan Türkiye, eğitimde en sonlarda yer almaktadır. Oysa ekonomik ve siyasi krizlerin etkileri akut tedbirlerle bir nebze olsun azaltılabilirken, eğitim alanındaki krizlerin aşılabilmesi yıllar sürmekte, bir neslin yitip gitmesine sebep olmaktadır. Eğitim-öğretim geri dönüşü olmayan bir yatırım alanıdır. Var olan çağ nüfusuna, kaynaklarımız yetersiz, eğitiminiz için gerekli koşulları sağlayamıyoruz, bugün git birkaç sene sonra gel deme şansınız yoktur. Günü kurtarmaya yönelik, ancak kısa vadeli çözümlere yarayacak tekil iyileştirmelerin ötesine geçilmesi gereklidir.

Einstein ‘Karşılaştığımız önemli sorunları, onları yarattığımız sırada sahip olduğumuz düşüncelerle ve o düşünce düzeyiyle çözemeyiz’ demiştir. O halde sorunları çözüme kavuşturabilmek için algılayış tarzı değiştirilmeli, sorunları görmede ve çözüme kavuşturmada, şu anda içinde bulunulan yolun yetersiz kaldığı kabul edilmelidir. Büyük resim görülmeli, konuya bütünsel ve derinlikli yaklaşılmalı, geçmişten dersler çıkarılmalı, geleceğe yönelik çıkarımlar ve projeksiyonlar yapılmalıdır ki Türkiye artık 20 milyona yaklaşmış genç nüfusuna nitelikli bir eğitim için gerekli koşulları sağlayabilsin.

Businessweek

Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu’nun 80. Yıl Uluslararası Eğitim Forumu Kapanış Konuşması Özeti

80. yılımızda çok onurlu ve gururluyuz. Sizlerin katılımıyla gerçekleştirdiğimiz bu güzel tabloyu, Türk Eğitim Derneği Ankara Koleji’nde çalışan arkadaşlarımız, öğretmenlerimiz ve öğrencilerimiz, A dan Z’ye her şeyle ilgilenerek hazırladılar. Aylar önceden başlayan çalışmaları sorunsuz bir biçimde sonuçlandırdılar. Ben de, Büyük Önder Atatürk’ün kurduğu bir kurumun yöneticisi ve onların genel başkanı olmaktan gurur duyuyorum.

Dünya çok hızlı dönüyor, biz hâlâ şapkamızı önümüze koyup düşünmekten korkuyoruz. Biz hâlâ, o ya da bu taraftan olmamız, illa siyah beyaz diye ayrıştırılmamız gerektiğini düşünüyoruz. Biz hâlâ, aldığımız oyların Türkiye’yi yönetmek için bizi tek irade haline getirdiğini düşünüyoruz. Biz hâlâ, genç bir nüfusun eğitilmediği takdirde ciddi bir tehdit oluşturacağını göremiyoruz.

Elbette haksızlık etmememiz gerekir. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu yana çok önemli işler yapıldı ve yapılmaya da devam ediyor. Ama maalesef yapılanlar ve yapılmaya çalışılanlar, hızla değişen dünyanın çok gerisinde kalıyor. Çünkü bugünün doğru bilgisi, yarın için doğru bilgi olmaktan çıkabiliyor.

Biz eğitim gönüllüleri olarak çalışanların büyük sıkıntıları var. 10-20 yıl sonrasında nasıl bir dünyada olacağımızı, nasıl bir nesil yetiştirmemiz gerektiğini, küreselleşen dünyada nasıl ayakta kalacağımızı, özdeğerlerimizi ve aile yapımızı nasıl koruyacağımızı bilemiyoruz. Bakın bu ülkede hâlâ ilköğretim çağındaki 1 milyon 142 bin çocuk okula gidemiyor. Bu ülkenin hâlâ %12,6’sı okuma yazma bilmiyor.

Şunu iyi bilmek zorundayız. Eğer bu ülkeyi kalkındıracaksak, eğitimi ekonomi ve terörün gölgesinden çıkartmak zorundayız. Artık genç nesilleri yetiştirme bilincinin, seçim kazanma hırsından daha önemli olduğunu anlamak zorundayız. Artık birer birey olarak bu ülke karşısında sorumluluklarımız olduğunu anlamak zorundayız.

Eğer Türkiye’yi hem değerlerini koruyan, hem de çağdaş dünyaya uygun bir yere, dünya medeniyetleri arasında önemli bir noktaya götüreceksek, gençleri bu bilgi birikimiyle donatmamız gerekir. Eğitim sisteminin hem yaşam boyu gereken temel becerileri kazandırması, hem de bireyin değişen gereksinimlerini dikkate alması, aynı zamanda da ekonomi ve demokrasiyle güçlendirilmiş olması gerekir.

Artık çocuklarımızın kaç yıllık okula gittiğini tartışmayı bırakıp, onların hangi nitelikte eğitim aldığını düşünmeliyiz. Eğitimi siyasal ya da ideolojik bir araç olarak görmemeliyiz. Eğitimin, modern ve katılımcı demokrasiye ait değerleri kazandırdığını ve bu değerler çerçevesinde, bir yurttaşlık bilincinin oluşturulduğunu anlamalıyız.

Kısacası, eğer bir ülke milli bütünlüğünü sağlayacaksa, ülkesinin geleceğini dünyanın önder ülkelerinden biri olma hedefi üzerine kuracaksa, küreselleşmenin getirdiği nimetlerden faydalanırken zararlarından uzak duracaksa, yapması gereken tek şey, çocuklarını nitelikli bir eğitimle yetiştirmektir.

Bizim ülkemizdeki problem hiçbir zaman kaynak yetersizliği olmamıştır. Maalesef problem, ben dahil, yönetmeye çalışanların beceriksizliğidir. Bir ülkede eğitim sisteminin okullar aracılığıyla işlediğinden bahsederken, her yıl okul dışı dershane sektörü yüzde 30 arttırılıyorsa bir çelişki var demektir.

Biz çocuklarımıza nitelikli eğitim vermezsek bu ülkenin hangi noktaya geleceğini görmek yerine, “ne yapalım okullar yeterli değil o yüzden dershaneler var” diyeceksek, bu güzel ülkede evlatlarımızın geleceğini daha sağlam bir nokta üzerine oturtmak yerine, sorumluluk almayıp böyle bir menfaat zinciri kuracaksak ve buna da yılda 9 milyar dolar para harcayacaksak, eğitimi nasıl daha iyi bir hale getireceğiz?

Bu ülkede artık çocuklarımızın kaç okulu bitirdiğini değil, yaşamlarında başarılı olmaları için gerekli niteliklerin nasıl kazandırılabileceğini konuşmamız gerekiyor.

Artık sadece bireysel görüşlerimizi ve ideolojik yaklaşımlarımızı değil ülkemizin geleceğini düşünmek ve aynı noktada buluşmak zorundayız.

Ben Türkiye’de Türk Eğitim Derneği de dahil gerçek anlamda bir sivil toplum örgütü olduğuna inanmıyorum. STK’ların sorumluluğu, ideolojik olarak herşeye karşı durmak ya da siyasal iktidarın yaptığı her işi desteklemek değildir. Sivil toplumun görevi, eğer iş adamlarından oluşuyorsa, “aman kavga etmeyelim” demek de değildir.

Türk Eğitim Derneği olarak, bizi kırmayıp buraya kadar gelen Güney Kore Başbakanı’nı davet etmemizin bir gerekçesi var. Güney Kore, Türkiye’nin üçte biri yüzölçümüne sahip olmasına rağmen nüfus olarak eşdeğer büyüklükte. Bundan 50–60 yıl önce dünyanın en yoksul ülkelerinden biriydi. Buna rağmen bir ulusal eğitim programını yürürlüğe koydu. Bu program bizdeki gibi hükümetlerden hükümetlere, YÖK başkanından YÖK başkanına değişmedi. Çünkü onlar bu hızla ilerleyen ve değişen dünyadaki tek gücün silah değil beyin olduğuna inandılar. Hâlâ da buna göre çalışmaktalar. Onun için de bir dönüşüm programını gerçekleştirmeyi başardılar.

Unutmamak gerekir ki eğitim evrenseldir ve ona ulusal değerlerle yön verilir. Bu nedenle çok değerli uluslararası katılımcılarımız, bize destek verdiler. Kendi niteliklerimizi koruyarak evrensel değerlerle donanmak, bizim irademizdedir. Bu ülkenin geleceği, başkalarının elinde değildir. Bu mesleği seversek, bu mesleği yaparken alacağımız maaşı değil, ülkemizin geleceğini düşünürsek ve bu ülkede ulusal bir programın yürürlüğe konması için elimizdeki imkanları zorlarsak başarılı olacağız. O zaman, Büyük Önder Atatürk’ün ve atalarımızın bize emanet ettiği ükeye layık olacağız.

Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu’nun Eğitim Hakkı ve Okula Gidemeyen Çocuklar Sempozyumu Açılış Konuşması

Değerli katılımcılar;

Türk Eğitim Derneği adına “Eğitim Hakkı ve Okula Gidemeyen Çocuklar” konulu sempozyumumuza hoş geldiniz diyorum.

Bir ülkenin eğitim sistemi, kendisine yansıyan bu problemlerin çözümüne katkı sağlıyorsa, o ülkenin karşılaştığı sorunları çözerek geleceğe doğru emin adımlarla yürüyebileceğini söyleyebiliriz. Ama bir ülkenin eğitim sistemi sorunları çözeceğine, sorunları derinleştiriyorsa ve derinleştirmek için de toplumun tüm kesitleri, yani bazen devlet, bazen sivil toplum ve bazen de bireyler gerekli bilince erişemiyorsa maalesef o sorunlar her geçen gün artık içinden çıkılmaz, kronik bir yapıya kavuşmaktadır. Burada bir ülkenin eğitim sisteminin o ülkenin bütün sorunlarını çözeceği iddiasında falan değiliz, ama bilmemiz gereken bir şey var: Evet, büyük bir ülkede yaşıyoruz, kalabalık bir ülkede yaşıyoruz. Sorunlarımız var, sorunlarımızı çözmek için zamana ihtiyacımız var. Eskiden dünya bu kadar hızlı dönmüyordu ve bugün çok hızlı dönüyor, ama buna rağmen elimizdeki imkanları yeteri kadar kullanmıyoruz. Elimizdeki imkanları el ele vererek daha iyi kullanmak yerine maalesef heba ediyoruz, günü kurtarmaya çalışıyoruz.

Bu ülkenin tarihinde 2 tane büyük problem vardır: Bir tanesi yoksulluk, bir tanesi de cehalet. Yoksulluk ve cehaletin birleştiği yerde, zaten ülke problemlerinin çözümünden bahsetmek söz konusu olamaz. Bir de Doğu, Güneydoğu Bölgesinde özellikle terörizme karşı yürüttüğümüz, ciddi manada başarıya eriştiğimiz bir mücadelenin sonucunda, sosyal bütünleşmeyi sağlayamadığımız için, sosyal bir araya gelmeyi sağlayamadığımız için, kapkaç olaylarının yaygınlaşmasından, kuralsızlığın kural haline gelmesine kadar birçok problemle yüz yüze geldik. Hızla sayıları artan madde bağımlısı çocuklarımız, büyükşehirlerimizin ana caddelerinde maalesef korku filmlerini anımsatacak senaryoların içinde rol almaktadırlar. Doğu ve Güneydoğu’dan suç çeteleri tarafından kiralanarak, özel olarak İstanbul gibi büyükşehirlere getirilen minnacık çocuklarımızın yarattığı kapkaç dehşeti çığ gibi büyümekte, çocuk işçiliği ve çocuk istismarı, aksi yöndeki söylemlere rağmen her geçen gün artmaya devam etmektedir.

Şu soruyu kendimize bir sormak mecburiyetindeyiz: Yoksulluk bu kadar derinleşir, bölgeler arasındaki dengesizlik bu kadar artarken ve bunların doğurduğu sorunlar çığ gibi büyürken eğitim sistemimiz ne yapıyor? Eğitim sistemimiz bu sorunların altında mı kalmıştır, yoksa bu sorunların çözümüne katkı mı sağlamaktadır? Şüphesiz ki bütünüyle bir başarısızlıktan söz etmemiz söz konusu değil; böyle bir insafsızlıkta bulunmamaktayız. Ancak hiç kimse eğitim sistemimizin gereği kadar bir gelişme gösterdiği, elimizdeki imkanların doğru bir şekilde yönlendirildiği kanısında değil. Eğitim, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sosyal mobiliteyi arttıran, yoksul kesimlerin sınıf değiştirmesini kolaylaştıran ve bu nedenlerle de sosyal bütünleşmeyi sağlayan bir özerklik taşımak zorundadır. Çünkü bu yönüyle eğitim, kabiliyeti olan ve hak kazanan herkesin yükselebileceğini gösteren en önemli toplumsal denge aracıdır. Eğitimin bu fonksiyonlarını yerine getiremediği gelişmekte olan ülkelerde, sosyal barış ve toplumsal düzen ciddi manada bozulmaktadır.

Değerli konuklar; evet, kalabalık ve büyük bir ülkedeyiz. 10 yılda 15 milyon genç yarattık, ama eğitmeyi unuttuk. Aslında gelişmiş olan ülkelerin, kalkınmış olan ülkelerin kalkınmışlık düzeyine erişmelerinde tarihlerinin ne kadar uzun olduğunun veya ne kadar yer altı kaynaklarına sahip olduklarının değil, bu ülkelerin gelişmesinin tek gerekçesinin gençlerine yaptıkları yatırım olduğunu göremedik. Devlet – bürokrasi çıkmazında çekişen ve birbiriyle mücadele eden bir yapı içerisinde maalesef elimizdeki imkanları yeteri kadar kullanamadık.

Şüphesiz ki her şeyi devletten beklemeyeceğiz; şüphesiz ki katılımcı demokrasinin gereği olan ve bazen aslında sayıları yüzlerce, binlerce ile ifade edilen, maalesef sivil inisiyatif olarak da çok fazla sayıda bu binlerin içerisinde gerçek amacına hizmet edebilecek bir yapıya kavuşamamış bir ülkede sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz. Sorunlarımızı çözmek için el ele vermektense, sürekli bir çekişme içerisinde sorunları büyütüyoruz ve sorunları görmezlikten geliyoruz. Çünkü öteki Türkiye’yle, yani gerçek Türkiye’yle Ankara’nın Çankaya’sını, İstanbul’un Şişli’sini hep karıştırıyoruz. Maalesef Türkiye’de karnı toklar, karnı açların problemlerini anlayamıyorlar ve algılayamıyorlar. Ama şunu sakın unutmayın: Bir zamanlar doğa, insanoğlu için riskti; artık insanoğlu doğa için risk. Yani bugün, o çocukların bizlerin çocukları için risk olmadığını düşünürsek ciddi bir hata yapmış oluruz, unutmayın bizim yarattığımız bu riskten dolayı bizim çocuklarımız bu ülkenin geleceği için, bütünlüğün içerisinde risk olacaklar.

Yapılması gereken şey şüphesiz ki sadece eleştiri değil. Yapılması gereken şey, katılımcı demokrasinin gereğini yerine getirmek ve Türkiye’de maalesef yeteri kadar sayıda olmayan, katılımcı demokrasinin gereği olan, baskı grubu olan, gerçekten gönüllü sivil toplum ve sivil inisiyatifi harekete geçirmektir. Sivil toplum, sivil inisiyatif dediğiniz illâ devletle kavga eden bir kuruluş veya bir siyasal görüşün uzantısı olmak mecburiyetinde değildir. Dünya aklının, Türkiye gelişimine yansımasını sağlayacak, imkanı olanlarla olmayanlar arasında köprü olabilecek, aslında küçük el ele tutuşmaların büyük faydalara dönüşebileceğini gösterecek bir yapıya kavuşma mecburiyeti içerisindedir. Bugün Türkiye’de eğitim sisteminin her noktası maalesef çökmüş durumdadır, ama hepimiz şunu bilmek mecburiyetindeyiz: Eğer ileriye doğru güvenle bakacaksak, hepimiz üstümüze düşeni yapmak zorundayız mecburiyetindeyiz.

Biz Türk Eğitim Derneği olarak 76 yıl önce Ulu Önder Atatürk’ün bize yüklediği misyonlardan bugün en önemlisini, sivil toplum olmak ve imkanı olmayan çocuklara yardım etmek olarak görüyoruz. O günün şartlarında yabancı dilde eğitim veren, dünyada rekabet edebilecek yüksek kalibrasyonda gençler yetiştirmekti birinci görevimiz.

Bugün Türkiye’nin Batman’ından İstanbul’una kadar, Mersin’inden Aydın’ına kadar her bölgesinde bu nitelikte okullarımız var; 13 bine yakın talebemiz var ve onurla ve şerefle söylüyorum ki hiç kimseden 5 kuruş almadan 45 bin çocuğa geçen yıl itibariyle burs vermişiz. 1 yıllık verilen burstan bahsetmiyorum, öğrenim hayatı boyunca verilen bir burstan bahsediyorum ve bugün dünyanın gelişen koşullarına göre artık dünyadaki “find brain” sistemi adı altında tanımlanan, başarılı, ama imkanı olmayan, bu ülkeyi yönetecek, yarın aldığı hakların değerini bilecek çocuklar için de tam eğitim bursu uygulamasına geçtik. Bunun yanında normal burslarımızı da yeni bir formasyona sokarak, kendi okullarındaki başarılı çocukları daha yaygın bir şekilde, yani bugün 1830 tane olan bu tip bursumuzu yaygınlaştırmak için artık mezunlarımızla, artık sosyal mesuliyeti olan kişilerle şeffaf bir şekilde el ele vererek gelişme içerisindeyiz.

Geçenlerde, 1,5 ay önce başladığımız bir kampanyayla bir şeyi daha gördük: İyi organize edebilirseniz bu millet gerçekten yapması gerekeni yapıyor, ama bu millet sizin birbirinizle kavga etmenizi veya koltuklarda kimin oturduğuyla ilgilenmiyor. Bu millet, doğru anlatılmasını, doğru anlatılanın doğru yönlendirilmesini ve verdiği imkanların da doğru kullanılmasını istiyor.

Biz, bu amaçla 50 bin çocuğa yardım kampanyası başlattık. MNG Kargo’yla ve Milli Eğitim Bakanlığıyla Türk Eğitim Derneği ortaklaşa bir protokol imzaladı. Biz aslında bu projeyi tartışırken çok korkuyorduk “Acaba insanlar yırtık-pırtıklarını mı, kopmuş kitaplarını mı yollayacak?” diye. İnanın bana bu yüzde 1’i bile bulmadı. Her gün 100 koli geliyor. Biz 1 yıllık bir programda 50 bin çocuğa yardımı düşünürken, 1 ayda 50 bin çocuğa gidecek yardım geldi. Biz bunu bizim bugün güçlü noktalarda olan mezunlarımıza giderek, belli bağışlar alarak da yapabilirdik. Ama biz bunu yaygın olmasını sağladık. Öyle büyük mutluluk yaşıyoruz ki, bir apartmandaki 6 numara kazakları, 3 numara iç çamaşırlarını, 2 numara çorapları alıp yolluyor. Öyle büyük bir mutluluk yaşıyoruz ki, bir terzi artmış olan kumaşından önlük dikip yolluyor.

Ama şunu sakın unutmayın:Şeffaf bir şekilde yapıyoruz. Nereden ne geldiğini, nereye gideceğini bile web sayfamızdan duyuruyoruz. İnsanların fazlaları bile olsa, kullanmadıkları bile olsa, o insanlara ait yaptıkları katkının nereye gittiğini göstermek mecburiyetindeyiz.

Biz, imkanlarımızı doğru kullanıp doğru yönetmek mecburiyetindeyiz. Bizim ülkemiz, büyük ülkemiz, sevdiğimiz ülkemiz, güçlü ülkemiz, proje mezarlığına dönmüş durumda. Uluslararası alınan, bir kısmı hibe olan ve aslında kredi olan birçok proje var.Aslında o projeleri sokak çocuklarımıza, okuyamayan çocuklara harcasak zaten bir problemimiz kalmayacak. Lüzumsuz çekişmelerin içinde, gereksiz yatırımların içinde, sonuçta hiçbir amaca ulaşmayan bir yapıda bu paraları yok ediyoruz. “Türkiye’de üniversiteler parasız” diyoruz, üniversitelere girebilmek için 4 milyar dolar harcıyoruz; saadet zincirlerine yeni zincirler ekliyoruz. Ama bilmiyoruz ki bu zincirlere zincirler ekleyenlerin çocuklarını bir gün bu zincirler boğacaklar.

Onun için, artık bu kadar hızlı dönen dünyada geleceğe emin adımlarla gitmek için hep beraber mücadele etmek mecburiyetindeyiz, hissetmek mecburiyetindeyiz. Çankaya’da oturuyorsak Altındağ’daki açın probleminden anlamak mecburiyetindeyiz. Yoksa ertesi gün akşam rahat uyumak için şirketinizin bütçesinden birilerine verdiğimiz sponsorluklarla avunmamalıyız veya bir aileye “ne yapıyorsun?” deyince “ben de çocuk okutuyorum, ayda 50 milyon lira veriyorum” diye kendi kendimizi kandırmamalıyız.

Eğer eğitim problemini çözmezsek, eğer Türkiye’de mesleki eğitimi doğru bir yöne yönlendirmezsek, eğer Türkiye’nin geleceğiyle ilgili dünyada tartışılmayan okuma-yazmalar değil, Türkiye’nin ihtiyacı olan kalkınmışlık seviyesine ulaşabilmek için ve sosyal barışı sağlayabilmek için, aslında her noktaya nüfuz etmiş problemlerimizi çözmek için eğitime öncelik verip, ulusal programımızın birinci maddesini eğitim yapmazsak; bakandan bakana, siyasi görüşten görüşe hızlı dönen bürokratik değişimlere ve bakanlık değişimlerinin altında “benim adımla anılsın” diye projeler başlatmaktan vazgeçmezsek; o partisiyle bu partisiyle, o sivil toplumuyla bu sivil toplumuyla kişiden kişiye değişmeyecek bir eğitim programı ortaya koymazsak bu genç nüfus bir gün orta yaşlı olacak, işte o zaman bu güzel ülkenin, bize emanet edilmiş bu güzel cumhuriyetin geleceğinden bahsetmemiz çok zor olacak.

Sayın Jaques Chirac’ın söylediği gibi 20 yıl sonra kim öle, kim kala değil. 20 yıl sonra bu ülke yaşaya, bu ülkedeki çocuklar mutlu ola.

Hepinize saygılar sunuyorum.

TED’in 75. Kuruluş Yıldönümünde Düzenlenen Cumhuriyet Balosu Açılış Konuşması

Çok Değerli Dostlarım,

Cumhuriyetimizin kuruluşunun 80. yılı ile aynı zamanda, Türk Eğitim Derneğimizin de 75. kuruluş yıldönümünü kutluyor olmamız ve bu dönemde Genel Başkanlık hizmetinin bana bahşedilmiş olmasının onuru ile sizlere Cumhuriyet Balomuza “hoşgeldiniz” diyorum.

Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı olduğum günden beri; temel bir gerçeği gündemde tutmaya çaba gösteriyoruz; Cumhuriyetimizin aydın, çağdaş ve mutlu bir geleceğe doğru ilerlemesinin yolu doğrudan “eğitim”den geçmektedir. Aslına bakarsanız bu gerçeği gören çok, ancak görmenin dışında çok bir şey yapılamadığını da üzülerek izliyoruz.

Derneğimiz, Cumhuriyetin yön belirleyici bir aktörü olarak kuruluşunun 75. yılında, harekete geçirilmesi gereken olgunun “sivil inisiyatif” olduğu ve bu bağlamda “mevcut tüm çabaların bütünleştirilmesi gerektiği” düşüncesini eylem platformuna taşıma iradesindedir. Bu noktadan hareketle, eğitime doğrudan veya dolaylı katkı sağlayan ve sağlayabilecek tüm kişi ve kuruluşların deneyim ve düşüncelerini paylaşmak, ortak hareket etmek ve geleceğimize sahip çıkmak istiyoruz.

Demografik yapısı itibariyle genç nüfusa sahip bir ülke olmamızı “eğitilmiş, yüksek kalibrasyonlu ve etkin” bir “güç”e çevirebilmek zorundayız. Günümüz dünyasında, düne ait çok şey geçerliliğini yitirirken, yaratıcılığı günlük hayatın parçası haline getirebilen insan kaynağının oluşturulması öne çıkmaktadır. Bu çerçevede gelişmiş ülkeler uzun yıllardır eğitime yaptıkları yatırımın fark yaratan sonuçlarından yararlanmaktadırlar.

Bahsettiğim bu makro tespitlerden yola çıkarak oluşturduğumuz “100. yıl stratejik hedefleri” ekseninde başlattığımız proje ve uygulamalardan sadece bir-kaç başlığı bilgilerinize sunmak istiyorum;
• TED İç Yapısal Kalibrasyon Projesi – Kurumsal alt yapı gelişim çalışmaları
• TEB-Tam Eğitim Bursu Programı
• Eğitimde Standartların Yükseltilmesi Projesi – Gerek eğitim içeriği, gerek eğitmen profili, gerekse fiziki şartları çağdaş normlara getirilmesi hedefi ile hazırlanmakta olan “eğitimde standartlar” çalışmalarıdır.

• Türk Eğitim Sistemi İyileştirme Projeleri – “ulusal ve uluslar arası düzeyde proje çalışmaları
• TED Kurumsal İşbirliği Projeleri – Kurum ve Kuruluşlarla ortaklaşa yürütülen Eğitimde Sosyal Paydaşlık uygulamaları
• IB, Çoklu-zeka, PDR ve diğer çağdaş uygulama ve kuramlar ile ilgili çalışma ve platformlar,
• Kültür ve Bilim esaslı Eğitim Programlama Çalışmaları
• Eğitim Teknolojileri Bilgi Transferi ve uyum çalışmaları
Ve diğerleri..

Değerli Dostlarım;

Vizyonumuzun sizlerle aynı yön ve ufukta olduğunu biliyorum. “Artık yarınlar için kaybedebileceğimiz dakika bile kalmadı” kanaatindeyim. Cumhuriyet kuşakları olarak toplumsal paydaşlık enerjimizin çağdaş yarınlarımıza odaklandığından hareketle; ortak geleceğimize ortak katkı sağlayabileceğimizi düşünüyor, sivil inisiyatif tanımının kolektif bir çaba ile anlamlanacağına inanıyor, eğitim alanında bir MEŞALE TAŞIYAN ve TAŞIYACAK herkese sonsuz şükranlarımı sunuyorum.

Şu sloganımızı her bir yurt köşesine duyurmamız gerekiyor : BİR MEŞALE DE SİZ YAKIN ÜLKEMİZİN AYDINLIK GELECEĞİNE KATKIDA BULUNUN.

Ulu Önderimizin bir gelecek emaneti olarak bizlere teslim ettiği Cumhuriyetimizin 80. yılında, 75 yıldır sürdüregeldiğimiz bu anlamlı birlikteliğin bir teminat olduğuna yürekten inanıyor, birlikte daha çok şeyler başarabileceğimiz düşüncesi ile hepinize saygılar sunuyorum.