Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu’nun Eğitim Hakkı ve Okula Gidemeyen Çocuklar Sempozyumu Açılış Konuşması

Değerli katılımcılar;

Türk Eğitim Derneği adına “Eğitim Hakkı ve Okula Gidemeyen Çocuklar” konulu sempozyumumuza hoş geldiniz diyorum.

Bir ülkenin eğitim sistemi, kendisine yansıyan bu problemlerin çözümüne katkı sağlıyorsa, o ülkenin karşılaştığı sorunları çözerek geleceğe doğru emin adımlarla yürüyebileceğini söyleyebiliriz. Ama bir ülkenin eğitim sistemi sorunları çözeceğine, sorunları derinleştiriyorsa ve derinleştirmek için de toplumun tüm kesitleri, yani bazen devlet, bazen sivil toplum ve bazen de bireyler gerekli bilince erişemiyorsa maalesef o sorunlar her geçen gün artık içinden çıkılmaz, kronik bir yapıya kavuşmaktadır. Burada bir ülkenin eğitim sisteminin o ülkenin bütün sorunlarını çözeceği iddiasında falan değiliz, ama bilmemiz gereken bir şey var: Evet, büyük bir ülkede yaşıyoruz, kalabalık bir ülkede yaşıyoruz. Sorunlarımız var, sorunlarımızı çözmek için zamana ihtiyacımız var. Eskiden dünya bu kadar hızlı dönmüyordu ve bugün çok hızlı dönüyor, ama buna rağmen elimizdeki imkanları yeteri kadar kullanmıyoruz. Elimizdeki imkanları el ele vererek daha iyi kullanmak yerine maalesef heba ediyoruz, günü kurtarmaya çalışıyoruz.

Bu ülkenin tarihinde 2 tane büyük problem vardır: Bir tanesi yoksulluk, bir tanesi de cehalet. Yoksulluk ve cehaletin birleştiği yerde, zaten ülke problemlerinin çözümünden bahsetmek söz konusu olamaz. Bir de Doğu, Güneydoğu Bölgesinde özellikle terörizme karşı yürüttüğümüz, ciddi manada başarıya eriştiğimiz bir mücadelenin sonucunda, sosyal bütünleşmeyi sağlayamadığımız için, sosyal bir araya gelmeyi sağlayamadığımız için, kapkaç olaylarının yaygınlaşmasından, kuralsızlığın kural haline gelmesine kadar birçok problemle yüz yüze geldik. Hızla sayıları artan madde bağımlısı çocuklarımız, büyükşehirlerimizin ana caddelerinde maalesef korku filmlerini anımsatacak senaryoların içinde rol almaktadırlar. Doğu ve Güneydoğu’dan suç çeteleri tarafından kiralanarak, özel olarak İstanbul gibi büyükşehirlere getirilen minnacık çocuklarımızın yarattığı kapkaç dehşeti çığ gibi büyümekte, çocuk işçiliği ve çocuk istismarı, aksi yöndeki söylemlere rağmen her geçen gün artmaya devam etmektedir.

Şu soruyu kendimize bir sormak mecburiyetindeyiz: Yoksulluk bu kadar derinleşir, bölgeler arasındaki dengesizlik bu kadar artarken ve bunların doğurduğu sorunlar çığ gibi büyürken eğitim sistemimiz ne yapıyor? Eğitim sistemimiz bu sorunların altında mı kalmıştır, yoksa bu sorunların çözümüne katkı mı sağlamaktadır? Şüphesiz ki bütünüyle bir başarısızlıktan söz etmemiz söz konusu değil; böyle bir insafsızlıkta bulunmamaktayız. Ancak hiç kimse eğitim sistemimizin gereği kadar bir gelişme gösterdiği, elimizdeki imkanların doğru bir şekilde yönlendirildiği kanısında değil. Eğitim, Türkiye gibi gelişmekte olan ülkelerde sosyal mobiliteyi arttıran, yoksul kesimlerin sınıf değiştirmesini kolaylaştıran ve bu nedenlerle de sosyal bütünleşmeyi sağlayan bir özerklik taşımak zorundadır. Çünkü bu yönüyle eğitim, kabiliyeti olan ve hak kazanan herkesin yükselebileceğini gösteren en önemli toplumsal denge aracıdır. Eğitimin bu fonksiyonlarını yerine getiremediği gelişmekte olan ülkelerde, sosyal barış ve toplumsal düzen ciddi manada bozulmaktadır.

Değerli konuklar; evet, kalabalık ve büyük bir ülkedeyiz. 10 yılda 15 milyon genç yarattık, ama eğitmeyi unuttuk. Aslında gelişmiş olan ülkelerin, kalkınmış olan ülkelerin kalkınmışlık düzeyine erişmelerinde tarihlerinin ne kadar uzun olduğunun veya ne kadar yer altı kaynaklarına sahip olduklarının değil, bu ülkelerin gelişmesinin tek gerekçesinin gençlerine yaptıkları yatırım olduğunu göremedik. Devlet – bürokrasi çıkmazında çekişen ve birbiriyle mücadele eden bir yapı içerisinde maalesef elimizdeki imkanları yeteri kadar kullanamadık.

Şüphesiz ki her şeyi devletten beklemeyeceğiz; şüphesiz ki katılımcı demokrasinin gereği olan ve bazen aslında sayıları yüzlerce, binlerce ile ifade edilen, maalesef sivil inisiyatif olarak da çok fazla sayıda bu binlerin içerisinde gerçek amacına hizmet edebilecek bir yapıya kavuşamamış bir ülkede sorunlarımızı çözmeye çalışıyoruz. Sorunlarımızı çözmek için el ele vermektense, sürekli bir çekişme içerisinde sorunları büyütüyoruz ve sorunları görmezlikten geliyoruz. Çünkü öteki Türkiye’yle, yani gerçek Türkiye’yle Ankara’nın Çankaya’sını, İstanbul’un Şişli’sini hep karıştırıyoruz. Maalesef Türkiye’de karnı toklar, karnı açların problemlerini anlayamıyorlar ve algılayamıyorlar. Ama şunu sakın unutmayın: Bir zamanlar doğa, insanoğlu için riskti; artık insanoğlu doğa için risk. Yani bugün, o çocukların bizlerin çocukları için risk olmadığını düşünürsek ciddi bir hata yapmış oluruz, unutmayın bizim yarattığımız bu riskten dolayı bizim çocuklarımız bu ülkenin geleceği için, bütünlüğün içerisinde risk olacaklar.

Yapılması gereken şey şüphesiz ki sadece eleştiri değil. Yapılması gereken şey, katılımcı demokrasinin gereğini yerine getirmek ve Türkiye’de maalesef yeteri kadar sayıda olmayan, katılımcı demokrasinin gereği olan, baskı grubu olan, gerçekten gönüllü sivil toplum ve sivil inisiyatifi harekete geçirmektir. Sivil toplum, sivil inisiyatif dediğiniz illâ devletle kavga eden bir kuruluş veya bir siyasal görüşün uzantısı olmak mecburiyetinde değildir. Dünya aklının, Türkiye gelişimine yansımasını sağlayacak, imkanı olanlarla olmayanlar arasında köprü olabilecek, aslında küçük el ele tutuşmaların büyük faydalara dönüşebileceğini gösterecek bir yapıya kavuşma mecburiyeti içerisindedir. Bugün Türkiye’de eğitim sisteminin her noktası maalesef çökmüş durumdadır, ama hepimiz şunu bilmek mecburiyetindeyiz: Eğer ileriye doğru güvenle bakacaksak, hepimiz üstümüze düşeni yapmak zorundayız mecburiyetindeyiz.

Biz Türk Eğitim Derneği olarak 76 yıl önce Ulu Önder Atatürk’ün bize yüklediği misyonlardan bugün en önemlisini, sivil toplum olmak ve imkanı olmayan çocuklara yardım etmek olarak görüyoruz. O günün şartlarında yabancı dilde eğitim veren, dünyada rekabet edebilecek yüksek kalibrasyonda gençler yetiştirmekti birinci görevimiz.

Bugün Türkiye’nin Batman’ından İstanbul’una kadar, Mersin’inden Aydın’ına kadar her bölgesinde bu nitelikte okullarımız var; 13 bine yakın talebemiz var ve onurla ve şerefle söylüyorum ki hiç kimseden 5 kuruş almadan 45 bin çocuğa geçen yıl itibariyle burs vermişiz. 1 yıllık verilen burstan bahsetmiyorum, öğrenim hayatı boyunca verilen bir burstan bahsediyorum ve bugün dünyanın gelişen koşullarına göre artık dünyadaki “find brain” sistemi adı altında tanımlanan, başarılı, ama imkanı olmayan, bu ülkeyi yönetecek, yarın aldığı hakların değerini bilecek çocuklar için de tam eğitim bursu uygulamasına geçtik. Bunun yanında normal burslarımızı da yeni bir formasyona sokarak, kendi okullarındaki başarılı çocukları daha yaygın bir şekilde, yani bugün 1830 tane olan bu tip bursumuzu yaygınlaştırmak için artık mezunlarımızla, artık sosyal mesuliyeti olan kişilerle şeffaf bir şekilde el ele vererek gelişme içerisindeyiz.

Geçenlerde, 1,5 ay önce başladığımız bir kampanyayla bir şeyi daha gördük: İyi organize edebilirseniz bu millet gerçekten yapması gerekeni yapıyor, ama bu millet sizin birbirinizle kavga etmenizi veya koltuklarda kimin oturduğuyla ilgilenmiyor. Bu millet, doğru anlatılmasını, doğru anlatılanın doğru yönlendirilmesini ve verdiği imkanların da doğru kullanılmasını istiyor.

Biz, bu amaçla 50 bin çocuğa yardım kampanyası başlattık. MNG Kargo’yla ve Milli Eğitim Bakanlığıyla Türk Eğitim Derneği ortaklaşa bir protokol imzaladı. Biz aslında bu projeyi tartışırken çok korkuyorduk “Acaba insanlar yırtık-pırtıklarını mı, kopmuş kitaplarını mı yollayacak?” diye. İnanın bana bu yüzde 1’i bile bulmadı. Her gün 100 koli geliyor. Biz 1 yıllık bir programda 50 bin çocuğa yardımı düşünürken, 1 ayda 50 bin çocuğa gidecek yardım geldi. Biz bunu bizim bugün güçlü noktalarda olan mezunlarımıza giderek, belli bağışlar alarak da yapabilirdik. Ama biz bunu yaygın olmasını sağladık. Öyle büyük mutluluk yaşıyoruz ki, bir apartmandaki 6 numara kazakları, 3 numara iç çamaşırlarını, 2 numara çorapları alıp yolluyor. Öyle büyük bir mutluluk yaşıyoruz ki, bir terzi artmış olan kumaşından önlük dikip yolluyor.

Ama şunu sakın unutmayın:Şeffaf bir şekilde yapıyoruz. Nereden ne geldiğini, nereye gideceğini bile web sayfamızdan duyuruyoruz. İnsanların fazlaları bile olsa, kullanmadıkları bile olsa, o insanlara ait yaptıkları katkının nereye gittiğini göstermek mecburiyetindeyiz.

Biz, imkanlarımızı doğru kullanıp doğru yönetmek mecburiyetindeyiz. Bizim ülkemiz, büyük ülkemiz, sevdiğimiz ülkemiz, güçlü ülkemiz, proje mezarlığına dönmüş durumda. Uluslararası alınan, bir kısmı hibe olan ve aslında kredi olan birçok proje var.Aslında o projeleri sokak çocuklarımıza, okuyamayan çocuklara harcasak zaten bir problemimiz kalmayacak. Lüzumsuz çekişmelerin içinde, gereksiz yatırımların içinde, sonuçta hiçbir amaca ulaşmayan bir yapıda bu paraları yok ediyoruz. “Türkiye’de üniversiteler parasız” diyoruz, üniversitelere girebilmek için 4 milyar dolar harcıyoruz; saadet zincirlerine yeni zincirler ekliyoruz. Ama bilmiyoruz ki bu zincirlere zincirler ekleyenlerin çocuklarını bir gün bu zincirler boğacaklar.

Onun için, artık bu kadar hızlı dönen dünyada geleceğe emin adımlarla gitmek için hep beraber mücadele etmek mecburiyetindeyiz, hissetmek mecburiyetindeyiz. Çankaya’da oturuyorsak Altındağ’daki açın probleminden anlamak mecburiyetindeyiz. Yoksa ertesi gün akşam rahat uyumak için şirketinizin bütçesinden birilerine verdiğimiz sponsorluklarla avunmamalıyız veya bir aileye “ne yapıyorsun?” deyince “ben de çocuk okutuyorum, ayda 50 milyon lira veriyorum” diye kendi kendimizi kandırmamalıyız.

Eğer eğitim problemini çözmezsek, eğer Türkiye’de mesleki eğitimi doğru bir yöne yönlendirmezsek, eğer Türkiye’nin geleceğiyle ilgili dünyada tartışılmayan okuma-yazmalar değil, Türkiye’nin ihtiyacı olan kalkınmışlık seviyesine ulaşabilmek için ve sosyal barışı sağlayabilmek için, aslında her noktaya nüfuz etmiş problemlerimizi çözmek için eğitime öncelik verip, ulusal programımızın birinci maddesini eğitim yapmazsak; bakandan bakana, siyasi görüşten görüşe hızlı dönen bürokratik değişimlere ve bakanlık değişimlerinin altında “benim adımla anılsın” diye projeler başlatmaktan vazgeçmezsek; o partisiyle bu partisiyle, o sivil toplumuyla bu sivil toplumuyla kişiden kişiye değişmeyecek bir eğitim programı ortaya koymazsak bu genç nüfus bir gün orta yaşlı olacak, işte o zaman bu güzel ülkenin, bize emanet edilmiş bu güzel cumhuriyetin geleceğinden bahsetmemiz çok zor olacak.

Sayın Jaques Chirac’ın söylediği gibi 20 yıl sonra kim öle, kim kala değil. 20 yıl sonra bu ülke yaşaya, bu ülkedeki çocuklar mutlu ola.

Hepinize saygılar sunuyorum.