Onlar bizim çocuklarımız, yaşamak onların da hakkı…

Orta öğretimin şu anki yapısı 21. yüzyılda bilgi toplumunun gerekleri ile donatılmış kuşakların yetişmesini sağlayacak bir vizyona dayanmamaktadır. Lise çeşitliliği üzerine kurulu bu yapılanma, amaç ve işlevleri bakımından farklılık göstermeyen ortaöğretim kurumlarının, farklı lise türleri olarak ve farklı adlarla yapılandırılmaları yapay bir ayrıştırmadır, 20. yüzyılın sanayi toplumunun gereklerini karşılamaya yöneliktir ve ortaöğretime geçiş sisteminde sorunlar yaratmaktadır.
Yükseköğretimde ise kapasitenin yetersiz kalmasının yükseköğretime yerleştirilemeyenlerin üniversite kapısında yığılmalarının yanı sıra istihdam edilebilirliği sağlayacak yeterliklerle donatılmamış, toplumsal ve ekonomik açıdan bir artı değer yaratamayan mezunlar verilmesi gelecek açısından bir tehdit oluşturmaktadır.
Gerek ortaöğretime, gerekse yükseköğretime geçiş süreci, okulları eğitim-öğretim amaçlarından uzaklaştırmış, sınav odaklı bir öğretim süreci oluşmuş, öğrencileri hayata bütünsel hazırlamak yerine test çözmekten başka becerileri olmayan bireylere dönüştürmüştür.


Türk Eğitim Derneği’nin sınavların yarattığı sorunları ortaya koymak ve çözüm üretmek amacıyla ‘Onlar bizim çocuklarımız, yaşamak onların da hakkı’ kampanyası kapsamında yaptığı ‘Ortaöğretime ve Yüksek Öğretime Geçiş’ (2010) araştırması çok çarpıcı sonuçlar ortaya koymuştur.

 SBS uygulaması, öğrencilerin ailelerinin sosyo-ekonomik özelliklerinden kaynaklanan eşitsizliklerin okulda daha da derinleşmesine ve toplumdaki eşitsizliğin eğitim aracılığıyla sürekliliğinin sağlanmasına hizmet etmektedir. İlköğretim SBS odaklı hale gelmiş ve ilköğretimin temel değerleri de içeren “iyi bir vatandaş” yetiştirme, sosyal becerileri ve değerleri geliştirme gibi işlevleri gerçekleştirmesi ikinci plana düşmüştür. Sınava hazırlık sektörü (dershaneler, özel dersler, etütler ve kurslar) ailelere çok büyük bir mali yük getirmektedir. Ailelerin üniversite kapısına gelinceye kadar her bir yılda sınava hazırlık için yaptığı harcamalar; ortaöğretime geçiş sınavları için: 8.082.838.965 TL ve üniversiteye giriş sınavları için: 8.626.472.774 TL olmak üzere toplamda 16.709.311.739 TL’dir. Türkiye’de 2010 yılında 3357 genel liseye karşılık, dershane sayısı genel lise sayısını geçerek 4193 olmuştur. Dershane sektörü dar gelirliden aldığı ücret ile varlıklı olanın dershane ücretini finanse etmektedir.
 Türkiye’de 95’i devlet üniversitesi, 51’i vakıf üniversitesi olmak üzere toplam 146 üniversite bulunmasına rağmen istihdam edilebilirliği sağlayabilecek alanlarda kapasite artışı sağlanamamış, 2009 yılında ek yerleştirme sonucunda bile toplamda 103.006 boş kontenjan kalmıştır. Yükseköğretimde çağ nüfusu olarak tanımlanan, 18-21 yaş grubunun yaklaşık %20’si okullaşmıştır. %80’si yükseköğretim dışında kalmaktadır. Bu oran OECD ülkelerinde 17,2 ve 19 AB ülkesinde 17’dir.
Araştırmanın bu sorunlara çözüm olabilecek önerileri şu şekilde özetlenebilir. İlköğretim, ortaöğretim ve yükseköğretimdeki yapısal dengesizlikler, eşitsizlikler ve yetersizlikler ivedilikle giderilmelidir. Kaliteli bir eğitim almanın bir ayrıcalık olmak yerine, lise çağındaki tüm öğrenciler için bir hak olarak sağlanması gerekmektedir. 6 ve 7’nci sınıflarda SBS uygulamasından ivedilikle; 2010-2011 öğretim yılı itibariyle vazgeçilmelidir ki, öğrencilerin SBS puanı dışında kazanımlarını ikincil ve önemsiz görmesinin önüne geçilebilsin. Ortaöğretimde Genel Liseler, Fen Liseleri ve Mesleki-Teknik Liseler olmak üzere üçlü bir yapı oluşturulmalıdır. Ortaöğretimde mesleki-teknik eğitimin niteliği geliştirilerek, mezunların istihdam edilebilirliği sağlanmalıdır. Yükseköğretimde kapasitenin artırılmasında niteliğe önem verilmeli çağ nüfusunun yükseköğretim talebi karşılanmalıdır. Arz kapasitesinin artırılması için, mevcut tesis donanım ve kaynakların daha rasyonel kullanımı, fiziki alt yapı ve donanım için mali kaynak planlaması ve artan arz kapasitesine eğitim verebilecek sayı ve nitelikte öğretim elemanı yetiştirilmesi sağlanmalıdır. Meslek Yüksek Okullarında ekonominin ihtiyaçları doğrultusunda istihdam edilebilirliği sağlayacak yeterlikler kazandırılmalıdır. Bu sayede sınavların okullarda eğitim öğretimi baskı altına almasının, öğrencilerin ve ailelerin ruh sağlığını bozulmasının ve her yıl yükseköğretim bütçesinin iki katı miktarda bir kaynağın boşa harcanmasının önüne geçilecektir. Çocuklarımız çocukluklarını yaşamaya başlayacaklardır çünkü onlar bizim çocuklarımız, yaşamak onların da hakkı.

Habertürk