Etiket arşivi: Türkiye

Türkiye’nin artık yanlış tercihler yapma gibi bir lüksü yoktur.

Türkiye eğitim alanında bir süre önce bir tercih yapmış ve liseler 4 yıla çıkarılmıştır. Ancak bu değişikliğin maliyet-fayda açısından analizi yapılmış mıdır? Liselerin dört yıla çıkarılmış olmasının ne tür bir getirisi olmuştur? Müfredat buna göre yeniden düzenlenmiş midir? Bu alınan kararın üniversite kapısındaki yığılmaların azalmasında herhangi bir etkisi olmuş mudur? Bu türden alınan kararların okul öncesi eğitimin ihmal edilmesi pahasına alındığı bilinmekte midir?

Son yıllarda ‘okul öncesi eğitim’ yerine ‘erken çocukluk eğitimi’ terimi kullanılmaya başlanmıştır. 0-6 yaş bir çocuğun gelişiminin en hızlı olduğu yıllardır. Bu dönemde gerekli eğitim ve desteğin verilip verilmemesine bağlı olarak, çocukların daha sonraki yaşlardaki gelişimi olumlu ya da olumsuz olarak etkilenmektedir. Fayda-maliyet analizleri erken dönemdeki çocukların eğitimine yatırım yapmanın, gerek bireysel gerekse toplumsal olarak uzun vadede büyük getirisi olduğunu göstermektedir. Özellikle göç, değişen aile yapısı, istihdam, kadının işgücüne katılımı, ölüm-doğum oranları gibi demografik sebeplere dayalı olarak Türkiye gibi nüfus ve işgücü profili çok hızlı değişen toplumlarda erken çocukluk eğitimi büyük yarar sağlamaktadır.

Okul öncesi eğitimde; 3-5 yaş gurubunda dünya genelinde 203 ülke için okullaşma oranı % 37 iken, Türkiye’de aynı yaş gurubu için % 8’dir. Türkiye’de 4-5 yaş gurubu için okullaşma oranı % 4.45; 6 yaş gurubunda 29.84’tür. 4-6 yaş gurubu çocukların okullaşma oranı ise %13.11’dir. Yani, 6 yaşa kadar sağlanan okul öncesi eğitim son derece yetersizdir. Bu ekonomik yetersizlikle açıklanamayacak bir durumdur, ancak göz ardı edilmişliğin bir sonucudur. UNESCO’nun 2007 Küresel İzleme Raporu’na göre 203 ülkenin 107’sinde zorunlu eğitim 6 yaş çocuklarla başlamakta; 33 ülkede ise 4-5 yaş gurubu çocuklar zorunlu eğitime başlamaktadırlar. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu güne kadar okullaşma çabalarında ilköğretimi ön plana alan bir yaklaşım sergilenmiş, okul öncesi eğitim ihmal edilmiştir. Aynı yaklaşım bugün de sürmektedir.

Diğer tüm öğretim kademelerinde olduğu gibi erken çocukluk eğitiminde de bir sorunlar yumağı vardır. Öğretmen arzının yetersizliği okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasının önündeki en büyük engeldir. Üniversitelerdeki okul öncesi eğitim programlarının yıllık kontenjanları 1813’ü normal eğitim, 392’si ikinci öğretim programları olmak üzere 2205 ile sınırlıdır. A.Ü. Açık Öğretim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliği Programında 2050 kontenjan bulunmaktadır. Çocukların gelecekteki yaşamının şekillendiği 0-6 yaş gurubu öğretmenliği için, uygulama yetersizliğinin olduğu açık öğretimde öğretmen yetiştirilmeye çalışılması durumun vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Okul öncesi eğitim alanında çalışan öğretmenler farklı kaynaklardan yetişmektedirler. Üniversitelerin 4 yıllık ‘okul öncesi öğretmenliği’, 4 yıllık ‘çocuk gelişimi ve eğitimi’, 4 yıllık ‘sınıf öğretmenliği’, 2 yıllık ‘çocuk gelişimi’, kız meslek liselerinin ‘çocuk gelişimi ve eğitimi’ bölümlerinden mezun olanlar okul öncesinde öğretmenlik yapabilmektedirler. Yani bu eğitim kademesi için öğretmen yetiştirmede oldukça dağınık bir yapı mevcuttur. Sağlık meslek liselerinin ‘hemşirelik’ programlarından mezun olanlar da MEB ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı okul öncesi eğitim kurumlarında çalışabilmektedirler. Bu durumda aynı standart ve kalitede öğretmen yetiştirilmesi mümkün olamamaktadır.

Okul öncesi eğitim uygulama modelleri incelendiğinde ise daha çok kurum temelli eğitim modellerinin benimsendiği görülmektedir. Bunlar 3-6 yaş için Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı özel ya da resmi bağımsız anaokulları, 5-6 yaş için (örgün eğitim kurumları bünyesinde) özel ya da resmi anasınıfları ve 3-6 yaş için (kız meslek liseleri bünyesinde) uygulama anaokulları ve anasınıflarıdır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı olanlar ise 0-3 yaş için gündüz bakımevleri 3-6 yaş için kreşler ve çocuk yuvaları ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa göre açılan, üniversiteler ve belediyeler gibi kurum ve kuruluşlara bağlı okulöncesi eğitim kurumlarıdır. Çeşitli sivil toplum kuruluşları ve diğer kurum ve kuruluşların çalışmaları da okulöncesi dönem çocuğunu ve çevresini çeşitli eğitim programlarıyla desteklemektedirler. Anne Çocuk Eğitim Vakfının (AÇEV) Okul öncesi Eğitim Çalışmaları ve Anne-Çocuk Eğitim Programı (AÇEP) bunlardan bazılarıdır. Kısacası okul öncesi eğitim alanında okul modellerinde de bir dağınıklık mevcuttur.

Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması için öncelikle ilk aşamada 60-72 aylık dönem zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır. Okul öncesi eğitim politikalarının günün koşullarına uygun hale getirilmesi gereklidir. Okul öncesi eğitimde öğretmen, yönetici, denetici ve diğer personelin hem niceliği hem de niteliğinde iyileştirilmeye gidilmelidir. Okul öncesi kurumlar için öğretmen yetiştiren programlarda belli bir standart sağlanması gereklidir. Okul öncesi eğitimde öğretmen arzının karşılanması için gerekli tedbirler alınmalıdır. Özel ya da resmi anaokullarının rehberlik uzmanı ve psikolog ihtiyacı giderilmelidir. Sınıf mevcutları ve fiziksel koşullarla ilgili iyileştirilmeye gidilmelidir. Sosyo-ekonomik özellikleri açısından dezavantajlı çocuklara öncelik verilmelidir.
Gerek kalkınma planlarında, gerekse Milli Eğitim Şuralarında pek çok tüzük ve yönetmelik çıkarılmasına rağmen, bunlar ne yazık ki, kağıt üzerinde kalmış bir türlü uygulamaya konulamamış ve okul öncesi eğitim hep ihmal edilen bir alan olarak kalmıştır. Şimdi artık bir yol ayrımına gelinmiştir. Yapılacak tercih okul öncesi eğitimden yana kullanılmalıdır. Liselerin dört yıla çıkarılmasıyla kapsamlı bir müfredat çalışması yapılmamış, yalnızca var olan müfredatın içeriği yıllara yayılmıştır. Bu uygulama öğrenci ve velileri oyalamanın ötesine gidememiştir. Öğrenciler bir sene daha fazla okul – dershane kıskacında yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Verilen eğitimin niteliği değiştirilememiş, üniversite önünde yığılan yüz binlerce öğrencinin sayısında bir azalma olmamıştır. Türkiye’nin artık yanlış tercihler ve yatırımlar yaparak zaman kaybetme gibi bir lüksü yoktur. Eğitim-öğretim geri dönüşü olmayan bir yatırım alanıdır. Var olan çağın nüfusuna, ‘kaynaklarımız yetersiz, eğitiminiz için gerekli koşulları sağlayamıyoruz, bugün git birkaç sene sonra gel’ deme şansınız yoktur. Günü kurtarmaya yönelik, ancak kısa vadeli çözümlere yarayacak tekil iyileştirmelerin ötesine geçilmesi, tüm tarafların katılımıyla hazırlanacak bir ulusal programın bir an önce uygulamaya konması gerekmektedir. Bu yüzden okul öncesi eğitim ivedilikle ele alınmalıdır. Gerekli reformlar bir an önce yapılmalıdır ki, Türkiye gelecekteki çocuklarını ‘yitik kuşak’ olmaktan kurtarabilsin.

Eğitimin Sürdürülebilir Kalkınma Üzerindeki Etkisi

Eğitim son yıllarda sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için en önemli etken haline gelmiştir. 2004 -2014 yılları arasındaki on yıllık dönem UNESCO tarafından ‘sürdürülebilir kalkınma için eğitim’ yılları olarak belirlenmiştir. Bir ülkenin gücünü değerlendirirken sadece fiziksel ve finansal sermayelerini dikkate alan bir yaklaşım, o ülkenin asıl gücünü oluşturan ve görünmez varlıkları temsil eden beşeri sermayeyi göz ardı ediyor demektir. Beşeri sermayenin diğer sermaye türlerinden farkı kullanıldıkça değerinin artmasıdır. Çünkü 21. yüzyıl bilgi çağıdır ve bilgiye dayalı bir rekabet yaşanmaktadır. Bilgiye dayalı ekonomide geleneksel, el becerilerine dayalı işler yerini ileri teknoloji gerektiren bilgi yoğun işlere, mavi yakalı işçiler yerini ‘bilgi işçilerine’ bırakmıştır. İnsan kaynaklarına yatırım yapan ülkeler, yeni alanlarda istihdam ve üretim yaratabilen, sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma kaydeden, vatandaşlarına kaliteli bir eğitim, sağlık ve diğer sosyal alanlarda hizmet sunabilen ülkelerdir.

Eğitim yatırımlarının sürdürülebilir kalkınma üzerindeki etkisi ve bu yatırımların geri dönüşü üretimdeki artışta, becerilerin geliştirilmesinde, tüketici davranışlarının iyileştirilmesinde ve araştırmacı sayısındaki artışlarda somut olarak görülmektedir. Bilgi çağına ve bilgi ekonomisine geçilmesiyle birlikte bir ülkenin çalışanlarının bilgi birikimleri ve buna bağlı yaratılacak olan ‘know-how’un kapasitesinden oluşan entelektüel sermaye ön plana çıkmaktadır. Bugün ABD’de beşeri sermaye kaynaklarının değerleri toplamının yaklaşık 30 trilyon dolar, buna karşılık fiziki varlıklar toplamının ise 18.8 trilyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. Seksen-sekiz gelişmekte olan ülkeye uygulanan ve insan kaynaklarının geliştirilmesi ile kalkınma arasındaki ilişkiyi inceleyen bir modelin sonuçlarına göre okuma yazma oranındaki % 20’den % 30’a artış GSYİH’da % 8’den % 16’ya kadar bir artışa yol açmaktadır.

Eğitimin üretim üzerindeki etkisine en güzel örnek tarım sektöründeki verimlilik artışıdır. Çiftçilerin dört yıllık ilave eğitimlerinin, fiziki tarımsal çıktıları yaklaşık % 10 artırdığı tespit edilmiştir. Başka bir çalışma sonucuna göre, bir yıllık ilave bir eğitim süresinin GSYİH’ya % 3’lük bir katkı yaptığı sonucuna varılmıştır. Bu örnekler ekonomik büyümenin temelinde fiziksel yatırımlardan ziyade teknolojik yatırımların ve ARGE faaliyetleri için ayrılan kaynakların ve insan kaynaklarının geliştirilmesine yönelik yatırımların olduğunu göstermektedir.

Eğitimin becerilerin geliştirilmesi ve dolayısıyla ekonomik kalkınma üzerindeki etkisinin büyüklüğü tartışma götürmez bir gerçektir. Bilgi toplumuna geçilmesiyle beraber bilginin üretilmesi, başka yerlerde başkaları tarafından üretilmiş bilginin alınıp uyarlanması ve o ülkede var olan bilginin yayılması önem kazanmıştır. Artık bilgiye ulaşmak çok kolaydır ve hatta bir bilgi kirliliğinin oluştuğu söylenebilir. Önemli olan bilgiyi katma değer haline getirebilmektir. 1980-90’larda Asya kaplanlarının başarıya ulaşması, ABD ve Avrupa’da üretilen bilgiyi alıp pratikte uygulamayı başarmış olmalarıdır. Bu tür bir başarı için önkoşul çağın gerektirdiği becerilerle donatılmış nitelikli işgücüdür. Sözel ve sayısal beceriler, bilişim teknolojileri becerileri, sosyal beceriler, öğrenmeyi öğrenme gibi temel beceriler eğitimle kazandırılmaktadır. Ancak bilgi uyarlamasının yapılabilmesi için işgücünün bu tür temel becerilere sahip olmasının yetmediği görülmektedir. Ekonomiye ivme kazandırılabilmesi ancak istihdam edilebilirlik becerilerinin kazandırılmasıyla mümkün olmaktadır. Kavramsal düşünebilen, mevcut durumu kavrayabilen ve düzeltme yoluna gidebilen, düşünmek ve akıl yürütmek konusunda eğitimli, ileri düşünme becerilerine sahip insanların yetiştirilmesi gereklidir ki, bir ülke bilgiyi üretemese bile alsın, uyarlayıp kullanabilsin.

Eğitimle edinilen beceriler kadar önemli bir başka unsur da tutum ve değerlerdir. Oluşturulacak davranışların toplumun, ekonominin, siyasal yapının ve bireylerin beklentilerine uygun olması gerekir. Eğitim toplumdaki bireylerin ülke ekonomisinin gerektirdiği tüketici davranışlarını edinmeleri, toplumsal kaynakları akılcı bir biçimde kullanmaları ve değerlendirmeleri konusunda farkındalık kazandırarak dolaylı yoldan ülke ekonomisine katkıda bulunur.

Türkiye’de eğitim politikası üretenler bir sonraki hedefi zorunlu eğitimin sekiz yıldan on iki yıla çıkarılması olarak belirlemişlerdir. Ancak önemli olan okulda geçirilen süre değil, bu sürede neyin nasıl yapıldığı, öğrencilerin ne öğrendiği, ileri düzey öğrenme becerilerini ne derece geliştirebildikleridir. Dolayısıyla okulda geçirilen uzun yıllarla ekonomik kalkınma arasındaki ilişkinin sorgulanması gereklidir. ARGE çalışmalarını gerçekleştirecek nitelikli insan kaynağının azlığı, Türkiye’nin sürdürülebilir ekonomik kalkınmada arzu edilen seviyenin çok daha altında kalmasına yol açmaktadır. OECD ülkelerinde her bin çalışan başına 6.8 araştırmacı düşerken, Türkiye’de bu sayı her bin çalışan için 1.1 araştırmacıdır. 2013 yılında 16 milyar TL’lik bir ARGE harcaması hedeflendiği düşünülürse sorun maddi kaynak sorunu değil, iyi yetişmiş insan kaynağı sorunudur. Bu tür karşılaştırılabilir uluslararası göstergelerle değerlendirildiğinde, Türk eğitim sisteminin nitelik ve nicelik bakımından sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmayı ve küresel ekonomide rekabet edebilmeyi sağlamak açısından kat etmesi gereken mesafenin çok uzun olduğu görülmektedir.

Businessweek – Serbest Köşe

Pehlivanoğlu: Çocuklarımız Türkiye’nin geleceğinin sigortasıdır

Türk Eğitim Derneği, Atatürk’ün gösterdiği hedef doğrultusunda, çoğu Cumhuriyetin kurucuları arasında yer alan isimlerin bir araya gelmesiyle, 31 Ocak 1928’de kuruldu. 80 yıl içinde, ekonomik yetersizlikler nedeniyle öğrenim olanağı bulamayan 46 binden fazla öğrenciye kendi öz kaynaklarıyla karşılıksız burs veren Türk Eğitim Derneği, Türk çocuklarının bilimsel, kültürel ve sportif başarılarına yönelik projeler kapsamında 22 okul, 1 temsilcilik ve 1 öğrenci yurdunu da faaliyete geçirdi.

Türk Eğitim Derneği, kuruluşundan bu yana, başarılı fakat maddi olanakları yetersiz öğrencileri desteklemeyi öncelikli toplumsal sorumlulukları arasında gördü. Zamanla kapsamı giderek genişleyen bu destek, temelde öğrencilere eğitim hayatları boyunca verilen karşılıksız burs niteliğini taşıyor. Ancak, Türk Eğitim Derneği için, verilen desteğin bir gencin hayatını “nasıl” etkileyeceği ve değiştireceği de çok önemlidir.
Türk Eğitim Derneği bursları, öğrenciye yalnızca eğitimi boyunca akademik gelişimine ilişkin yeterli ve sürekli maddi desteği değil, sosyal, kültürel ve psikolojik anlamda kapsamlı manevi desteği de içeriyor. Türk Eğitim Derneği’nin Tam Eğitim Bursu’nun diğer burslardan önemli farklılıklarından bazıları:
• Burs alabilmek ve/veya alınan bursun devam edebilmesi için maddi olanakların yetersiz olmasının yanı sıra başarılı olunması önemli bir koşul.
• Burs ile cep harçlığı dahil öğrencinin tüm eğitim masrafları karşılanıyor.
• Öğrenci, başarılı olduğu sürece üniversite eğitiminin sonuna kadar sürekli burs alabiliyor, Türk Eğitim Derneği bunu garantiliyor.
• Rehberlik ve psikolog desteği ile öğrencinin gelişimi sürekli izleniyor.
• Öğrencinin aile ortamından yeni okuluna sorunsuz geçişi ve sosyal adaptasyonu takip ediliyor.
• Sadece akademik değil kültürel ve sosyal gelişimi için destek veriliyor.
• Gerekli durumlarda özel ders desteği (dershane, yabancı dil vb.) sağlanıyor.
• www.turkegitimdernegi.org.tr sitesinden özel şifre kullanılarak öğrencinin performans takibi yapılabiliyor.

Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu “Hâlâ toplam nüfusumuzun yüzde 12,6’sı okuma yazma bilmiyorsa, 17 bin 636 okulda 646 bin çocuğumuz 1., 2., 3. ve 4. sınıflarla birleştirilmiş bir biçimde eğitim alıyorsa, AB standartlarında okul öncesi eğitim yüzde 75 iken bizde 3-5 yaşta yüzde 8,10 civarındaysa, maalesef riskin farkında değiliz. Kendi çocuklarımızın yanında diğer çocukların da karınlarının tok olması ve eğitim olanaklarından eşit bir biçimde yararlanmaları gerekir. Eğer bu konuda üzerimize düşen görevleri yerine getirirsek, Türkiye gerçekten güçlü bir ülke haline gelecektir. Bu ülkenin geleceği için hepimiz emek sarf etmek zorundayız.” açıklamasını yaptı.
Çevrenizde bir Sosyal Sorumluluk Projesi olarak eğitime katkıda bulunmak isteyen kurumlara da, Kurumsal İşbirliği çerçevesinde Türk Eğitim Derneği ile temasa geçmeleri yönünde bilgi vermeniz çok yararlı olacaktır.
www.turkegitimdernegi.org.tr

Türkiye’de Eğitim Hakkı

Türkiye’de eğitim sektörünün, üretim ve hizmet sektörlerinde son 20-25 yıl içinde gerçekleşen küresel piyasalarla bütünleşme ve rekabet etme yönündeki değişim ve dönüşümlerinin gerisinde kaldığı gözlemlenmektedir. Şu anda var olan eğitim-öğretim uygulamalarının ekonomi ve toplumsal yaşamın gerekleriyle ilişkilendirilmesi yönünde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Yaşam boyu öğrenme perspektifi içinde eğitim hakkı; bireyin eğitime erişiminin sağlanması, bireyin ve toplumun eğitim gereksinimlerini karşılayacak eğitim program ve kurumlarının mevcut olması, bireyin kurum ve programlara kabul edilmesi ve sunulan eğitimin ihtiyaçlara yanıt verebilecek esnekliğe sahip olması ile ilgilidir. Devletin, toplumsal katılımı da sağlayarak eğitim hakkının önündeki engelleri, güçlükleri ve dezavantajları ortadan kaldırmaya yönelik politikalar üretmesi ve uygulaması beklenmektedir. Bu anlayış geleneksel olarak “okula devam edebilme hakkı” ile eş anlamlı olarak kullanılan “eğitim hakkı” kavramından daha fazlasını ifade etmektedir.

Türkiye’de ilköğretimde erişim ve eşitlik daha çok okullaşma oranlarına ilişkin sayısal verilere dayalı olarak, cinsiyete ve bölgesel farklılara göre açıklanmaktadır. Cinsiyete ve bölgelere göre farklılıklar önemli olmakla birlikte, erişim ve eşitlikte gerçek durumu yansıtmaktan oldukça uzak görünmektedir. Erişimin yalnızca okula kayıt ve devam olarak algılanması, sorunun tanımlanmasında yetersiz kalmaktadır. Erişim ve eşitlik, okula kayıt ve devamın ötesinde, öğrencilerin aldığı eğitimin niteliği ile ilişkilendirilerek değerlendirilmelidir. Erişim, yalnızca okula kayıt ve devam anlamında değil, okulda altyapı, insan kaynakları ve öğretim uygulamaları açısından nitelikli bir eğitime erişim olarak görülebilir. Eşitlik ise, erişim ile ilişkilendirilerek, hem eğitimin girdileri hem de öğrenci kazanımları açısından ele alınmalıdır.

Türk gençliğine verilen eğitimin, toplumun ve ekonominin gereksinim duyduğu temel becerileri kazandırmaktan uzak kalmışlığı, kaynak yetersizliği ile açıklanamayacak boyuttadır. Yalnızca ilköğretim çağındaki yaklaşık 1.142.000 çocuğun eğitim hakkından yoksun kaldığı bilinen bir gerçektir. Ancak, okula kayıtlı ve devam eden milyonlarca çocuk için de, temel becerilerin kazandırılabildiği nitelikli bir eğitime erişim hakkının tam olarak sağlanabildiği söylenemez. OKS ve ÖSS gibi ulusal ölçekli değerlendirmelerden elde edilen sonuçlar, genellikle sıralama açısından değerlendirilmekte ve bu sonuçların gösterdiği bilgi ve beceri düzeylerinin bireysel ve toplumsal açıdan anlamları üzerinde yeterince durulmamaktadır. Aralık ayının başında PISA araştırmasının 2006 yılı sonuçları açıklandığında, yine ülkeler arasında Türkiye’nin kaçıncı olduğu üzerine daha çok odaklanıldığı görüldü. Artık hiç kimsenin PISA gibi araştırmaların “ulusal” olmadığını ve “bize” uymadığını, bu nedenle bizim çocuklarımızın sıralamada sonlarda kaldığını söylemesi olası gözükmemektedir. Çünkü “ulusal” olan OKS gibi sınavların sonuçları da PISA sonuçları ile örtüşmektedir.

Bütün değerlendirmeler ve bulgular, Türkiye genelinde öğrencilerimizin ancak %2 civarında bir kısmına “iyi bir eğitim” verebildiğimizi göstermektedir. Bunun bireysel olarak anlamı, bir birey olarak temel bilgi ve becerileri kazanma hakkından; iyi bir gelecek, iyi bir iş ve iyi bir gelir hakkından yoksun kalmak olarak değerlendirilebilir. Toplumsal açıdan ise, küreselleşmiş bir dünyada rekabet gücünü kaybetmek; politik ve ekonomik açıdan etkin bir aktör olmak yerine, küreselleşmenin bir nesnesi olmak gibi ciddi bir risk ortaya çıkmaktadır. Eğitimin mevcut durumunu gösteren veriler bir istatistik olmanın ötesinde, bireyin ve toplumun geleceği açısından değerlendirilmelidir. Nitelikli bir eğitim hakkından yoksun kalan her çocuk bir istatistik değil, bir insan, bir candır.

Ulusal düzeyde yapılan başarı değerlendirmeleri ile uluslararası düzeyde gerçekleştirilen PISA ve TIMMS gibi başarı değerlendirmelerinin sonuçları, Türk toplumu ve ekonomisi için alarm verici niteliktedir. Bu çalışmaların ortak sonucu; şu anki haliyle eğitim sisteminin ekonomik ve toplumsal kalkınmanın ön koşulu olan temel bilgi ve becerileri nüfusun ancak çok küçük bir kısmına kazandırılabildiği yönündedir. Eğitimin öğrencilere “ne kazandırdığı” yönündeki bulgular OECD üyesi ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye sıralamanın sonlarında yer almaktadır. Bu göstergeler, eğitim sisteminin verimlilik açısından geldiği noktanın dramatik sonuçlar doğuracağı ve hemen harekete geçilmezse geç kalınacağı gerçeğini tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Dünya Bankası ve TUİK tarafından yapılan çalışmalarda, özel harcamalar da dikkate alındığında, Türkiye’de GSYİH’dan (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) eğitime ayrılan pay %7,2 olarak hesaplanmaktadır. Türkiye’de her yıl yaklaşık 10 milyar dolarlık bir kaynak, ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sınavlarına hazırlık kapsamında harcanırken, bireylerin eğitim haklarının tam olarak güvence altına alınmamış olması, kaynak kullanımı konusunda rasyonel olmayan bir yapı ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Ayrıca, Türkiye’de ailelerin çocuklarının eğitimine verdiği önem ve bunun için çok büyük harcamalardan kaçınmadıkları bilinmektedir. Öyleyse temel sorun, eğitime ayrılan kaynakların yanlış yönlendirilmesi ve verimsiz kullanılmasıdır. Bu harcamanın, eğitimin geliştirilmesi ya da diğer ekonomik sektörlerde kullanılması halinde sağlayacağı katkılar göz ardı edilemeyecek büyüklüktedir.

Türkiye’de, eğitim hakkının güvence altına alınması, her çocuğun daha nitelikli bir eğitime daha eşitlikçi bir sistem içinde erişiminin sağlanması ve eğitim sisteminin ülkenin toplumsal ve ekonomik kalkınması için daha fazla artı değer yaratması ulusal bir program çerçevesinde ele alınmak zorundadır. Toplumun, bireylerin, ekonominin ve demokrasinin gereksinimlerine duyarlı ve bireylerin de eğitim haklarını güvence altına alan bir eğitim sistemi, kalkınmış bir toplum ve ülke ve aydınlık bir geleceğin ön koşulu olarak görülmektedir. Bu nedenle, Türk Eğitim Derneği, Ulu Önder Atatürk’ün liderliğinde kuruluşunun 80. yılında, “Türkiye’de Eğitim Hakkı” üzerine uluslararası bir eğitim forumu düzenleyerek, ulusal bir eğitim programının geliştirilmesine temel oluşturabilecek diyalog ortamının yaratılmasını ve bu forumla birlikte ulusal bir programın temelini oluşturacak bir belgenin hazırlanmasını hedeflemektedir.

Eğitim Alanında Bir Sivil Toplum Kuruluşu: Türk Eğitim Derneği
Türk Eğitim Derneği 80 yıl önce, başarılı fakat maddi olanakları yetersiz öğrencilere destek sağlama, yabancı dilde eğitim veren okullar açma ve Türk eğitim politikasının oluşturulmasına katkıda bulunma misyonu ile yola çıkmıştır. Türk Eğitim Derneği 80 yıldır üstlenmiş olduğu misyonun bilinci ile Türk eğitim standartlarını çağdaş seviyelere taşıyacak bilimsel platformlar oluşturmak, araştırma projeleri ve hazırladığı raporlar ile eğitim sisteminin sorunları ve çözümleri üzerine toplumu bilinçlendirmek, sorunları ve çözüm önerilerini ilgililerle paylaşmak amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir.

Türk Eğitim Derneği, güçlü bir ülke için eğitimin şart olduğunun bilincinde olan bir sivil toplum kuruluşudur. Eğitime stratejik bir perspektiften bakarak sorunları bütünsel bir çerçevede değerlendiren Türk Eğitim Derneği, mevcut eğitim kurumlarının kalitesini yükseltmeyi, nitelikli yeni okullar açmayı, eğitim zincirini üniversiteyle birleştirmeyi ve tüm bunları gerçekleştirecek nitelikte bir dernek yapılanmasına gitmeyi hedeflemektedir. Türk Eğitim Derneği bugüne kadar sadece sorunları ortaya koymakla kalmayıp okul öncesi eğitimin sorunları ve Türkiye’yi bir çıkmaza sokmuş olan üniversiteye giriş sınavı sistemiyle ilgili getirdiği çözüm önerileriyle sivil toplum kuruluşu olma görevini yerine getirmiştir ve getirmeye devam edecektir.

“80. Yıl Uluslararası Eğitim Forumu” Ocak ayında Ankara’da
Türk Eğitim Derneği kuruluşunun 80. yılında, eğitim hakkının yaşam boyu öğrenme perspektifi içinde ele alınmasını, sorunların tartışılmasını, politikaların ve çözüm önerilerinin geliştirilmesini sağlayacak bir diyalog ve platform oluşturmak amacıyla yapacağı çalışmalar kapsamında, Türkiye’den ve uluslararası alandan seçkin bilim ve devlet adamlarının katılımı ile gerçekleştireceği “Eğitim Hakkı ve Gelecek Perspektifleri” konulu “80. Yıl Uluslararası Eğitim Forumu”nu düzenlemektedir. TED Ankara Koleji İncek Kampüsü’nde düzenlenecek olan Forum’da, eğitim hakkının sağlanmasında küresel gelişme ve değişmeleri de dikkate alan ve Türkiye’de eğitim hakkının geliştirilmesini sağlayacak bir ulusal programa temel oluşturacak bir bakış açısı oluşturulması ve belgelenmesi hedeflenmektedir. Forum’da eğitim hakkı; eğitimin ideolojik anlamı, küresel değişmeler ve eğitim, okulun değişen rol ve işlevleri, sürdürülebilir ekonomik kalkınma üzerinde eğitimin etkileri, giriş sınavları, erişim ve eşitlik, AB’ye giriş sürecinin bilgi ekonomisi açısından yeniden değerlendirilmesi ve eğitimde sivil toplumun rolü konuları çerçevesinde ele alınacaktır.

28-30 Ocak 2008 tarihleri arasında düzenlenecek olan Forum çerçevesinde yapılacak oturumların konu başlıkları:
• Eğitimin İdeolojik Olarak Anlamı,
• Küresel Değişmeler ve Eğitim,
• Okulun Değişen Rol ve İşlevi,
• Eğitimin Sürdürülebilir Ekonomik Kalkınma Üzerindeki Etkisi,
• Giriş Sınavları: Eleme mi, Eğitim Hakkının Engellenmesi mi?,
• Eğitim Hakkı: Erişim ve Eşitlik,
• Gelecek için Perspektifler: Yaşam Boyu Öğrenme ve Herkes İçin Eğitim
• Türkiye İçin Farklı Gelecek Senaryoları: AB Sürecinin Bilgi Ekonomisi Açısından Yeniden Yorumlanması
• Eğitimde Toplumsal Sorumluluk ve Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü

Oturumlara katılacak konuşmacılar arasında;
– Prof. Dr. Kim Shin-İl, Güney Kore Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı ve Eğitim ve İnsan Kaynaklarını Geliştirme Bakanı
– William Hansen ,ABD Eğitim Bakanlığı Eski Müsteşarı
– Prof. Dr. Michael W. Apple, Wisconsin Üniversitesi
– Prof. Dr. Mark Ginsburg, Pittsburgh Üniversitesi
– Prof. Dr. Stephen Heyneman, Vanderbilt Peabody Koleji
– Prof. Dr. Howard Gardner, Harvard Üniversitesi
– Prof. Dr. Kamil Özerk, Oslo Üniversitesi
– Prof. Dr. Donald K. Adams, Pittsburgh Üniversitesi
– Dr. Robin Horn, Dünya Bankası, İnsani Kalkınma Ağı Eğitim Müdürü
– Prof. Dr. Chong Jae Lee, Güney Kore Eğitim Geliştirme Enstitüsü Eski Başkanı
– Rodolfo Meoño Soto, Birleşmiş Milletler Eğitim Hakkı Özel Raportörlüğü Ekibi
– Prof. Dr. Pavel Zgaga, Slovenya Milli Eğitim Eski Bakanı, Ljubljana Üniversitesi
– Dr. Vittorio Campione, Camporlecchio Eğitim, Yönetim Kurulu Başkanı
– Dr. Alexandru Crisan, Eğitim Reform Merkezi 2000+ Başkanı
– Prof Dr. Giuseppe Fiori, İtalya Eğitim Bakanlığı, Okul Personel ve Planlama Genel Müdürü
gibi yabancı uzmanlar ve Türkiye’den;
– Prof. Dr. Kenan GÜRSOY, Galatasaray Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı
– Prof. Dr. Ahmet İnam, Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
– Prof. Dr. Üstün Ergüder, İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü
– Dr. Bahadır Kaleağası, AB ve UNICE Nezdinde TÜSİAD Temsilcisi
– Dr. Cüneyt Ülsever, Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı
– Prof. Dr. İpek Gürkaynak, Gürkaynak Yurttaşlık Enstitüsü Eş-Başkanı
– Prof. Dr. Ali Doğramacı, Bilkent Üniversitesi Rektörü
– Prof. Dr. Muhittin Şimşek, YÖK Denetleme Kurulu Üyesi
– Prof. Dr. İrfan Erdoğan, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı
– Faruk Köprülü, ÖZDEBİR Yönetim Kurulu Başkanı
– Prof. Dr. Tosun Terzioğlu, Sabancı Üniversitesi Rektörü
– Prof. Dr. Tunçalp Özgen, Hacettepe Üniversitesi
– Abbas Güçlü, Milliyet Gazetesi Eğitim Editörü ve Köşe Yazarı,
– Oturum Başkanı: Prof. Dr. Aybar Ertepınar
– Prof. Dr. Sabahattin Balcı, Ankara Üniversitesi, Çankırı Meslek Yüksekokulu Müdürü
– Alev Alatlı, Yazar
– Volkan Vural, Emekli Büyükelçi
– Zeynep Göğüş, Gazeteci – Yazar
– Turgut Bozkurt, Türk Eğitim Vakfı Genel Müdürü
gibi seçkin konuşmacılar yer almaktadır.

Eğitim hakkının bir yaşam ve gelecek hakkı olduğunu ifade eden Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, genel anlamda, eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin ortadan kaldırılması ve sorunların üstesinden gelinmesi için yapılması gereken çalışmalara bir sivil toplum örgütü olarak dikkat çekmenin görevleri arasında olduğunu, özel anlamda ise, bu Forum’la ulusal bir programın temelini oluşturacak bir belgenin hazırlanacağını belirtmektedir.

Tam Eğitim Bursu

Türk Eğitim Derneği tarafından 2008-2009 öğretim yılında TED Okulları’na “Tam Eğitim Bursu” kapsamında öğrenci alınıyor. Burs verilecek öğrencilerin belirlenmesi amacıyla 13 Nisan 2008 tarihinde burs sınavı yapılacak.
Başvuruların 21 Ocak-10 Mart 2008 tarihleri arasında yapılacağı “Tam Eğitim Bursu” sınavına girmek isteyen adaylar, www.turkegitimdernegi.org.tr sayfasından sınav kriterleri hakkında bilgi alabilir, online başvuru yapabilir ya da 0312 418 06 14 / 138 – 150 numaralı telefonları arayabilir.

“Tam Eğitim Bursu” nedir?
Türk Eğitim Derneği, 2003-2004 öğrenim yılında gerçekleştirdiği yeni burs düzenlemesiyle, başarılı ancak ekonomik yetersizlikler nedeniyle öğreniminde sorun yaşayan öğrencilerin “Tam Eğitim Bursu” (TEB) kapsamında okutulması uygulamasına başladı.
“Tam Eğitim Bursu”, burs desteği verilen öğrencilerin servis, yemek, giyim, kitap-kırtasiye harcamalarını ve harçlıklarını üniversite lisans eğitiminin sonuna kadar karşılıyor. “Tam Eğitim Bursu” alan öğrenciler, öğrenimlerinin üniversiteye kadar olan kısmını TED Okulları’nda sürdürüyor.
Tam Eğitim Bursu adaylarının belirlenmesi
• Öğretim dönemi için Genel Merkez tarafından belirlenen illerin Valilikleri kanalıyla, İl Milli Eğitim Müdürlüklerine seçim kriterlerinin yazılı olarak iletilmesi, anılan illerde bulunan başarılı ancak maddi imkanları yetersiz olan ve belirlenen kriterlere uyan öğrencilerin Türk Eğitim Derneği Genel Merkezi’ne bildirilmesi yolu ile
• Kurumsal işbirliği çerçevesinde ve belirlenen ana kriterlere uygunluk esas olmak üzere üzerinde uzlaşılan diğer koşullara göre
• Türk Eğitim Derneği Adana Bekir Sapmaz yurdu yerleştirme koşulları ile paralel olarak Adana ili özelinde
• Kriterlere göre ön eleme sonrasında seçilen öğrenciler duyurusu yapılan tarih ve merkezlerde TEB yazılı sınavına alınır. Sınavda başarı gösterenler alan uzmanlarından oluşturulan komitece mülakata alınır. Mülakat sonucu seçilen öğrenciler belirlenen TED Okulları’nda öğrenimlerine devam ederler.
Tam Eğitim Bursu ana kriterleri
• T.C. vatandaşı olması
• Öğrencinin şu anda devam etmekte olduğu sınıftaki karne not ortalamasının 5,00 olması
• Gelir durumu itibariyle maddi desteğe kesinlikle ihtiyaç duyması
• Başka kurum veya kuruluşlardan burs, ücret, kredi vb. yardım almıyor olması
• Babanın harp malulü veya şehit olması, ebeveynlerden birinin kaybı, doğal afetler, savaş ve olağanüstü haller nedeniyle korunmaya muhtaç duruma düşmüş olan öğrencilere öncelik verilebilecektir.

Duyurular
TEB sınav tarihi, o yılki katılım koşulları ve kriterleri 1.dönem sonunda Türk Eğitim Derneği Genel Merkezi tarafından belirlenen illerdeki İl Milli Eğitim Müdürlükleri tarafından ve Türk Eğitim Derneği web sayfasından duyurulur.
Duyurularda istenen belgelerin tam ve eksiksiz olması esastır. Geç ve eksik belge ile yapılan başvurular kabul edilmez.
Ana kriterler sağlanmak koşulu ile kurumsal işbirliği kapsamında yapılacak seçimlere ilişkin duyurular anılan kurumlara Genel Merkez tarafından bildirilir.
Başvuruların alınması
TEB için yapılan tüm başvurular ilan edilen son başvuru tarihi esas alınarak kabul edilir. Bu süre içerisinde başvuran öğrencilerin, istenen belgelerinin eksiksiz olarak Türk Eğitim Derneği’ne ulaştırılması gereklidir. Aksi takdirde başvurular kabul edilmez.

Başvuru sırasında istenen belgeler
• Türk Eğitim Derneği Burs Başvuru Formu
• Öğrencinin çalışıyor ise anne ve babasının maaş bordrosu veya öğrenciye bakmakla yükümlü olan kişi ve/veya kişilerin onaylı maaş bordrosu veya geçim durumunu gösterir onaylı belge
• Sağlık raporu
• Nüfus cüzdanı örneği
• 1. dönem karne fotokopisi
• 2 adet vesikalık fotoğraf

Başvurular Türk Eğitim Derneği tarafından açıklanan tarihteki mesai saati başlangıcı ile son tarihteki mesai saati bitimi arasında öğrencinin velisi veya yasal vasisi tarafından yapılır.
Başvuruların değerlendirilmesi
TEB için yapılan başvuruların değerlendirilmesi başvuru tarihinin sona ermesinden itibaren başlar ve değerlendirilmesi Türk Eğitim Derneği Genel Merkezi’nin ilgili yetkililerince yapılır. Bu değerlendirme sonucunda sınava girebilecek öğrenciler yazılı olarak sınava davet edilir.

İnceleme
TEB kapsamına alınan adaylar hakkında, bulundukları bölgelerde Türk Eğitim Derneği Genel Merkezi’nin görevlendirdiği komisyonlarca ve şekli ile içeriği Türk Eğitim Derneği tarafından belirlenen bir soruşturma yapılır. Eksik ve yanlış beyanda bulunanlar hakkında Türk Eğitim Derneği yasal haklarını saklı tutmaktadır.

Yazılı Sınav
TED Okulları’na alınacak öğrencilerin ilk seçimi TEB yazılı sınavı ile yapılır. Belirlenen adaylar Nisan ayı içinde Türk Eğitim Derneği tarafından belirlenen sınav merkezlerinde sınava katılırlar. Sınav merkezi olan TED Okulları gerekli ön hazırlıkların yapılabilmesi için duyuru süresi içerisinde bilgilendirilir.
Sınav merkezine farklı illerden gelecek öğrenciler ile bir velisinin yol ve konaklama masrafları Türk Eğitim Derneği tarafından karşılanır.
Mülakat
Sınavı takiben ilan edilen zaman ve mekanda başarılı öğrencilere alan uzmanları tarafından standart psikolojik testlerin de uygulandığı bir mülakat yapılır. Mülakat farklı bir tarihte yapılabileceği gibi, sınav günü ve aynı sınav merkezinde de yapılabilir. Mülakat komisyonu Türk Eğitim Derneği tarafından belirlenir.
Mülakatta da başarı gösteren öğrenciler, ilan edilen derecelerine ve okul kontenjanlarının durumuna göre yerleştirilirler.
Sonuçların Açıklanması ve Öğrencilerin Yerleştirilmesi
Sınav sonuçları Temmuz ayı içerisinde açıklanır. Sınav sonuçları Türk Eğitim Derneği’nin internet sitesinde yayınlanır. Seçilen öğrenciler, sınav sonuçlarının açıklanmasını takiben Türk Eğitim Derneği tarafından belirlenen kayıt süresinde kontenjanlar dahilinde TED Okulları’na ve Adana Bekir Sapmaz Yurdu’na kayıt için başvururlar. Asıl kayıtlar yapıldıktan sonra açık kontenjan kalması durumunda kayıtların sona ermesini takiben on beş gün içerisinde açık kontenjanlar Türk Eğitim Derneği’nin internet sitesinde yayınlanır ve açık kontenjanlara başarı sıralaması temel alınarak yedek listeden yerleştirme yapılır.

Uygulamalar
İzleme Komisyonu
İzleme Komisyonu, Tam Eğitim Bursu Destekleme Kurulu üyeleri ile Genel Merkezce görevlendirilen uzmanlardan oluşur. Komisyonun işlevleri:
• Burslu öğrencilere yönelik sosyal proje ve rehabilitasyon programlarını yapmak ve sosyokültürel programları yürütmek
• Akademik başarıları yüksek öğrencileri tespit etmek, bu öğrencilerin kendileri ve velilerini Türk Eğitim Derneği Burs Sistemi hakkında bilgilendirmek
• Mevcut burslu öğrencilerin veli ziyaretlerini programlamak, gerçekleştirmek ve aile rehabilitasyon uygulamalarını sürdürmek
• Bu faaliyetlerini raporlamak

Her öğrenim yılı sonunda okul sorumluları, danışman öğretmenler, sınıf öğretmenleri ve komiteyi temsilen bir kişi bir araya gelerek gelecek eğitim-öğretim yılının programlamasını yapar, öğrencileri ve velileri yönlendirir ve bu toplantılarda alınan kararları bir tutanakla beraber Genel Merkez’e raporlar.
Genel Merkez tarafından oluşturulan komitenin ulaşamadığı illerde o ildeki okul tarafından oluşturulan komiteler bölgede ikamet eden velileri ziyaret eder ve veli ziyaretlerinin bitiminde oluşturdukları ziyaret raporlarını uygulama sonunda Genel Merkez’e gönderir.
Oryantasyon
Yatılı olarak Tam Eğitim Bursu almaya hak kazanan öğrenciler okulların açılmasından bir hafta önce kayıt oldukları TED Okulları’na ya da Adana Bekir Sapmaz Yurdu’na yerleşirler. Yerleştirilen bu öğrencilere bir hafta boyunca sosyal adaptasyonlarını sağlama amaçlı oryantasyon programı düzenlenir. Oryantasyon programının içeriği, yatılı öğrencilerin ihtiyaçları doğrultusunda Genel Merkez Psikolojik Danışma ve Rehberlik Sistemi Merkezi (PDR-SİS) ve öğrencilerin yerleştirildiği okulun sorumlu uzmanları tarafından ortak biçimde hazırlanır. İzleme Komisyonu Oryantasyon programı başında veli programları ve görüşmeleri düzenleyebilir.

Burslu Öğrencilerin İzlenmesi
TED Okulları’nda okuyacak olan yatılı ve gündüzlü burslu öğrenciler ile Adana Bekir Sapmaz Yurdu’na alınacak öğrenciler, okulların uygulamakta olduğu genel rehberlik programına tabidir. Bu programa ek olarak, dönem içerisinde burslu öğrencilere yönelik önerilen ve gereksinim duyulan Rehberlik ve Danışmanlık hizmetleri de PDR-SİS Merkezi tarafından hazırlanan Tam Eğitim Burslu Öğrenci İzleme Yıllık Çalışma Planı doğrultusunda okullarla koordineli olarak gerçekleştirilir.
Psikolojik danışman ve/veya psikologların istihdam edilemediği TED Okulları’nda bu görevi yürütecek öğretmenler ve/veya o ilde ve tercihen üniversite bazlı işbirliği yapılan bağımsız alan uzmanları (psikolog, PDR uzmanı) seçilerek uygulamalar gerçekleştirilir. Belirlenen öğretmenler Türk Eğitim Derneği Genel Merkezi PDR-SİS Merkezi bünyesinde konu ile ilgili yetkilendirilir.
Rehberlik servisleri tarafından yürütülen çalışmalar periyodik olarak (dönem başı ve dönem sonu) Genel Merkez PDR-SİS Merkezi’ne raporlanır.
Bursun Devamlılığı
Aşağıda yer alan koşullardan herhangi birinin gerçekleşmesi halinde öğrenci burs hakkını kaybeder.
a. Öğrencinin herhangi bir şekilde, bir başka kurum, kuruluş, okul, dernek, vakıf, kişi vb.’den burs alması
b. Öğrencinin sınıf tekrarı yapması
c. Öğrencinin yıl sonu akademik başarı ortalamasının 4.00’ın altında olması
d. Öğrencinin her dönem için karnesinde herhangi bir dersten 3’ün altında not bulunması
e. Öğrencinin Disiplin Yönetmeliği’nde yer alan ve okuldan kısa süreli uzaklaştırma, okuldan tasdikname ile uzaklaştırma ve örgün eğitim dışına çıkarma, okuldan ilişik kesme cezaları alması
f. Öğrencinin mazeretsiz olarak ve bilgi vermeden 10 (on) gün ve üstü süreyi kapsayacak şekilde okuldan ayrılması veya okulu terk etmesi
g. Öğrencinin herhangi bir suç dolayısıyla mahkum olması

Aşağıda yer alan koşullardan herhangi birinin gerçekleşmesi halinde ise; öğrenciye Tam Eğitim Bursu kapsamında yapılan tüm harcamalar, işlenmiş yasal faizi ve %50 fazlası ile birlikte öğrenci ile veli veya velilerinden veya vasisinden talep edilir.
a. Öğrencinin burs almaktan ya da kendine gösterilen TED Okulu’nda okumaktan vazgeçmesi
b. Öğrencinin devam ettiği bölümü ve/veya sınıfı bitirmesi ve mücbir sebep olmaksızın bir bölüm ve/veya üst sınıfta öğrenimine devam etmemesi
c. Aile gelirinde, Türk Eğitim Derneği Genel Merkezi tarafından belirlenmiş kriterin üzerinde değişikliğin olması ve bu durumun bildirilmemesi halinde, değişikliğin vuku bulduğu tarihten sonra yapılan ödemeler

Eğitemeyen eğitim sarmalında Türkiye’nin rekabet gücü

“Rekabet, aynı yarışta koşmayı seçmek demektir. Rekabetüstünde ise rakipler, kendi yarış alanlarını kendileri seçerler.” Edward de Bono

Türkiye’de mevcut duruma bakıldığında, 2002-2007 yılları arasında %7,5 oranında ekonomik büyüme sağlanmış, üretim ve hizmet sektörleri son birkaç on yıl içinde küresel piyasalarla bütünleşme ve rekabet etme yönünde kayda değer bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamıştır. Ne yazık ki, bu büyüme tek başına yeterli olmamış, aynı dönemde eğitim sistemi, ekonomi, istihdam ve toplumdaki değişimleri destekleyecek gelişimi gösterememiştir.

Kaynak yetersizliği, eğitim sisteminin istenen ivmeyi yakalayamamasının en önemli sebebi olarak gösterilmektedir. Oysa, Dünya Bankası ve TÜİK tarafından yapılan çalışmalarda, özel harcamalar da dikkate alındığında, Türkiye’de GSYİH’dan eğitime ayrılan pay %10,4 olarak hesaplanmaktadır. Bu oran, OECD ülkeleri içinde, Güney Kore ile birlikte, GSYİH’dan eğitime harcanan en yüksek orandır. Yani aslında, Türkiye, eğitime önemli bir miktarda kaynak ayırmaktadır. Öyleyse, temel sorun, eğitime ayrılan kaynakların yanlış yönlendirilerek etkin ve verimli kullanılamamasıdır. Türkiye’de her yıl yaklaşık 10 milyar dolarlık bir kaynak ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sınavlarına hazırlık kapsamında adeta sektör içinde sektör haline gelmiş olan dershanelere harcanmaktadır. Bu büyüklükte bir harcamanın, bir kısmının bile okullarda eğitimin geliştirilmesi için kullanılması halinde sağlayacağı katkılar göz ardı edilemez.

Bu kaynaklarla aslında neler yapılabilir? Türkiye’nin yükseköğretim çağındaki nüfusunun okullaşma oranı %65 düzeyine çıkarılabilir. Bunun için, sadece 3.221.000.000$ yıllık kaynak ile, bir yılda Sabancı ve Koç Üniversiteleri niteliğinde (3.221.000.000$/500.000.000$ = 6,42) yaklaşık 7 yeni üniversite kurulabilir. Bu nitelikte bir devlet üniversitesi 7.000 öğrenci için yeni kapasite yaratır. 2007 yılı YÖK ve üniversite bütçelerinin toplamının 6.586.692 bin YTL olduğu göz önünde bulundurulursa, boşa giden kaynaklar ile her yıl yüksek öğretimde (6,42 x 7.000 = 45.080) 45.080 öğrencilik yeni örgün eğitim kapasitesi oluşturulabilir. ÖSS’ye hazırlık için zaten yapılmakta olan harcamaların üniversite eğitimine yönlendirilmesi sonucu, kaynakların daha verimli kullanılması sağlanmış olacaktır. Her yıl ÖSS’ye hazırlık için harcanan kaynaklar ile Türk Eğitim Derneği’nin “Türkiye’nin Üniversiteye Giriş Sistemi” raporunda 2023 yılı için öngörülen ve YÖK’ün “Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi – Taslak Rapor”unda 2025 yılı için öngörülen yükseköğretimde kapasite artışı ve lisansüstü düzeyde araştırmacı – öğretim elemanı yetiştirme hedefleri, ek bir kaynağa ihtiyaç kalmadan gerçekleştirilebilir.

Türkiye’de 70,5 milyonluk toplam nüfusun yaklaşık 20 milyonunu, 0-19 yaş aralığı oluşturmaktadır. Yani, yaklaşık 20 milyon kişi eğitimin tüm kademelerinden hizmet almaktadır. Bu nüfus 2023’e kadar demografik fırsat olarak karşımızdadır. Bu büyüklükte bir nüfusun küreselleşmenin ve bilgi çağının gerekleri doğrultusunda eğitilemediği takdirde bu fırsatın nasıl büyük bir tehdide dönüşebileceği görülmelidir. Pek çok gelişmekte olan ülke gibi Türkiye’de de eğitim bir yandan ülke gündeminde rejim ve ekonomi tartışmalarının gerisinde kalmakta, diğer yandan ise pek çok sosyal ve ekonomik sorun için çözüm olarak gösterilmektedir. Eğitimin başka sorunlara çözüm olabilmesi, ancak ve ancak kendisinin kronikleşmiş bir sorun olmaktan çıkmasıyla mümkün olabilecektir.

Rekabet etkenleri, 1960’lardan bu yana, her on yıla bakıldığında farklılıklar göstermiştir. 1960’larda ‘üretim üstünlüğü’, 1970’lerde ‘maliyet üstünlüğü’, 1980’lerde ‘kalite üstünlüğü’ ve 1990’larda ‘hız üstünlüğü’ ana rekabet etkenleri olarak görülmüştür. 2000’li yıllarda ise daha ‘soyut etkenler’ ortaya çıkmıştır. Bu soyut etkenlerden bazıları çalışanların yaratıcılıkları ve bilgileri, yeni bilgilere ulaşabilme ve kullanabilmelerindeki hızları ve öğrenmenin bitmeyen bir süreç olarak algılanması gibi rakipler tarafından anlaşılabilmesi ve taklit edilebilmesi zor etkenlerdir. Baş döndürücü değişimlerin yaşandığı bilgi çağında artık rekabet gücü en önemli odak noktası haline gelmiştir. O halde eğitimin öncelikli işlevi, bilgi toplumunun gerekleriyle baş edebilmek için ‘etkin’ ve değişime uyum sağlayacak şekilde ‘hızlı’ ve ‘nitelikli’ işgücü yetiştirmek olmalıdır. Dünya bu kadar hızlı değişirken, eğitim bu değişmenin gerisinde kalmamalıdır. Bunun formülü çok basittir: Eğitimin hızı ve niteliği, bilgi toplumundaki değişim hızı ve gereklerine en azından eşit ya da daha büyük olmalıdır.

Bilgi çağı ekonomisinde ana sermaye beyin gücü, yani, iyi yetişmiş insan gücüdür. Sürdürülebilir rekabeti mümkün kılacak olan bu sermayedir. Oysa, Türkiye’de mevcut koşullara bakıldığında, yalnızca eğitime aktarılan kaynaklar değil, insan sermayesi de har vurup harman savrulmaktadır. Önemli bir değişken olan istihdam ile eğitim arasındaki ilişkiye bakıldığında, şu anda var olan işgücünün, sanayi ötesi çağın istihdam alanlarının gerektirdiği becerilerle donatılmamış olduğu görülmektedir. Ekonomik kalkınma ve rekabet gücünün geliştirilmesi ile o ülkenin genç nüfusunun ne öğrendiği arasında doğrudan bir ilişki vardır. Eğitim, kalkınma ile ilgili stratejilerin merkezinde yer alır. Burada odak noktası, eğitim kurumlarının niteliği ve ekonomik kalkınma ile eğitimin kazandırabileceği beceriler arasında ilişkiyi belirlemektir. Türkiye’de verilen eğitimin niteliğinde ciddi problemler olması, işgücünün beceri düzeyi ve yenilikçilik kapasitesi(zliği) üretimin yapısını olumsuz etkilemektedir.

Demografik bir fırsat olarak görülen genç nüfusu ile övünen Türkiye’de;
• 2006 yılı itibariyle işgücünün %66’sı, istihdamın %66,7’si ve işsizlerin %59,9’u lise altı eğitim seviyesindekiler ve okumaz-yazmazlardan oluşmaktadır.
• Ne öğrenim, ne de iş hayatında yer almayan kadınların sayısı 2,2 milyon dolayındadır.
• Halen 15 yaş üzerinde okuma yazma bilmeyen 6,1 milyon kişi bulunmaktadır.
• İlköğretim çağında yaklaşık 1.142.000 çocuk eğitim hakkından yoksundur ve okula devam edenler de bilgi çağının gerektirdiği temel becerileri kazanamamaktadır.
• 2007 yılı itibariyle Türkiye 55 ülke arasında rekabet gücü sıralamasında 48. sırada yer almıştır.
• UNESCO tarafından eğitimin gelişimini ölçmek için hazırlanan ‘Herkes İçin Eğitim Gelişme Endeksi’nde Türkiye 125 ülke arasında 77. sırada yer almaktadır.
• PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) araştırmasında öğrencilerin problem çözme başarılarına göre yapılan sıralamada Türkiye, katılan 40 ülke içinde son sıralarda yer almıştır.
• İşsizlik %10’luk seviyenin altına indirilememiştir.

Bu veriler aslında Türk gençliğinin ve dolayısıyla Türkiye’nin büyük resimde nerede yer aldığını açıkça göstermektedir. 2023 yılına gelindiğinde, nüfusun %70’i çalışma çağında olacaktır. Küçülen dünyada büyüyen eğitimsiz gençlik, gerekli önlemler hemen alınmazsa bir tehdide dönüşecektir. Eğitim açısından dünya ortalamalarına ulaşamadığımız düşünüldüğünde, eğitimin bireysel yönelimli ve kısa erimli uygulamalara bırakılamayacak ve ideolojik kazanımlar için bir araç olarak kullanılamayacak kadar önemli bir iş olduğunun artık farkına varılmalıdır. Ülkemizdeki sorun, kaynak yetersizliği değil, sürekli değişen politikalar ve kuvvetler kavgasıdır. Ancak tüm paydaşların katılımıyla oluşturulacak ulusal bir eğitim programı, Türkiye’yi rekabet gücü yüksek önder bir ülke yapacaktır.

Gelecek kuşaklarımızın kendi yarış alanlarını yaratmalarını sağlamak öncelikli görevimiz