Türkiye eğitim alanında bir süre önce bir tercih yapmış ve liseler 4 yıla çıkarılmıştır. Ancak bu değişikliğin maliyet-fayda açısından analizi yapılmış mıdır? Liselerin dört yıla çıkarılmış olmasının ne tür bir getirisi olmuştur? Müfredat buna göre yeniden düzenlenmiş midir? Bu alınan kararın üniversite kapısındaki yığılmaların azalmasında herhangi bir etkisi olmuş mudur? Bu türden alınan kararların okul öncesi eğitimin ihmal edilmesi pahasına alındığı bilinmekte midir?
Son yıllarda ‘okul öncesi eğitim’ yerine ‘erken çocukluk eğitimi’ terimi kullanılmaya başlanmıştır. 0-6 yaş bir çocuğun gelişiminin en hızlı olduğu yıllardır. Bu dönemde gerekli eğitim ve desteğin verilip verilmemesine bağlı olarak, çocukların daha sonraki yaşlardaki gelişimi olumlu ya da olumsuz olarak etkilenmektedir. Fayda-maliyet analizleri erken dönemdeki çocukların eğitimine yatırım yapmanın, gerek bireysel gerekse toplumsal olarak uzun vadede büyük getirisi olduğunu göstermektedir. Özellikle göç, değişen aile yapısı, istihdam, kadının işgücüne katılımı, ölüm-doğum oranları gibi demografik sebeplere dayalı olarak Türkiye gibi nüfus ve işgücü profili çok hızlı değişen toplumlarda erken çocukluk eğitimi büyük yarar sağlamaktadır.
Okul öncesi eğitimde; 3-5 yaş gurubunda dünya genelinde 203 ülke için okullaşma oranı % 37 iken, Türkiye’de aynı yaş gurubu için % 8’dir. Türkiye’de 4-5 yaş gurubu için okullaşma oranı % 4.45; 6 yaş gurubunda 29.84’tür. 4-6 yaş gurubu çocukların okullaşma oranı ise %13.11’dir. Yani, 6 yaşa kadar sağlanan okul öncesi eğitim son derece yetersizdir. Bu ekonomik yetersizlikle açıklanamayacak bir durumdur, ancak göz ardı edilmişliğin bir sonucudur. UNESCO’nun 2007 Küresel İzleme Raporu’na göre 203 ülkenin 107’sinde zorunlu eğitim 6 yaş çocuklarla başlamakta; 33 ülkede ise 4-5 yaş gurubu çocuklar zorunlu eğitime başlamaktadırlar. Cumhuriyet’in kuruluşundan bu güne kadar okullaşma çabalarında ilköğretimi ön plana alan bir yaklaşım sergilenmiş, okul öncesi eğitim ihmal edilmiştir. Aynı yaklaşım bugün de sürmektedir.
Diğer tüm öğretim kademelerinde olduğu gibi erken çocukluk eğitiminde de bir sorunlar yumağı vardır. Öğretmen arzının yetersizliği okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılmasının önündeki en büyük engeldir. Üniversitelerdeki okul öncesi eğitim programlarının yıllık kontenjanları 1813’ü normal eğitim, 392’si ikinci öğretim programları olmak üzere 2205 ile sınırlıdır. A.Ü. Açık Öğretim Fakültesi Okul Öncesi Öğretmenliği Programında 2050 kontenjan bulunmaktadır. Çocukların gelecekteki yaşamının şekillendiği 0-6 yaş gurubu öğretmenliği için, uygulama yetersizliğinin olduğu açık öğretimde öğretmen yetiştirilmeye çalışılması durumun vahametini açıkça ortaya koymaktadır. Okul öncesi eğitim alanında çalışan öğretmenler farklı kaynaklardan yetişmektedirler. Üniversitelerin 4 yıllık ‘okul öncesi öğretmenliği’, 4 yıllık ‘çocuk gelişimi ve eğitimi’, 4 yıllık ‘sınıf öğretmenliği’, 2 yıllık ‘çocuk gelişimi’, kız meslek liselerinin ‘çocuk gelişimi ve eğitimi’ bölümlerinden mezun olanlar okul öncesinde öğretmenlik yapabilmektedirler. Yani bu eğitim kademesi için öğretmen yetiştirmede oldukça dağınık bir yapı mevcuttur. Sağlık meslek liselerinin ‘hemşirelik’ programlarından mezun olanlar da MEB ve Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı okul öncesi eğitim kurumlarında çalışabilmektedirler. Bu durumda aynı standart ve kalitede öğretmen yetiştirilmesi mümkün olamamaktadır.
Okul öncesi eğitim uygulama modelleri incelendiğinde ise daha çok kurum temelli eğitim modellerinin benimsendiği görülmektedir. Bunlar 3-6 yaş için Milli Eğitim Bakanlığı’na bağlı özel ya da resmi bağımsız anaokulları, 5-6 yaş için (örgün eğitim kurumları bünyesinde) özel ya da resmi anasınıfları ve 3-6 yaş için (kız meslek liseleri bünyesinde) uygulama anaokulları ve anasınıflarıdır. Sosyal Hizmetler ve Çocuk Esirgeme Kurumu’na bağlı olanlar ise 0-3 yaş için gündüz bakımevleri 3-6 yaş için kreşler ve çocuk yuvaları ve 657 Sayılı Devlet Memurları Kanununa göre açılan, üniversiteler ve belediyeler gibi kurum ve kuruluşlara bağlı okulöncesi eğitim kurumlarıdır. Çeşitli sivil toplum kuruluşları ve diğer kurum ve kuruluşların çalışmaları da okulöncesi dönem çocuğunu ve çevresini çeşitli eğitim programlarıyla desteklemektedirler. Anne Çocuk Eğitim Vakfının (AÇEV) Okul öncesi Eğitim Çalışmaları ve Anne-Çocuk Eğitim Programı (AÇEP) bunlardan bazılarıdır. Kısacası okul öncesi eğitim alanında okul modellerinde de bir dağınıklık mevcuttur.
Okul öncesi eğitimin yaygınlaştırılması için öncelikle ilk aşamada 60-72 aylık dönem zorunlu eğitim kapsamına alınmalıdır. Okul öncesi eğitim politikalarının günün koşullarına uygun hale getirilmesi gereklidir. Okul öncesi eğitimde öğretmen, yönetici, denetici ve diğer personelin hem niceliği hem de niteliğinde iyileştirilmeye gidilmelidir. Okul öncesi kurumlar için öğretmen yetiştiren programlarda belli bir standart sağlanması gereklidir. Okul öncesi eğitimde öğretmen arzının karşılanması için gerekli tedbirler alınmalıdır. Özel ya da resmi anaokullarının rehberlik uzmanı ve psikolog ihtiyacı giderilmelidir. Sınıf mevcutları ve fiziksel koşullarla ilgili iyileştirilmeye gidilmelidir. Sosyo-ekonomik özellikleri açısından dezavantajlı çocuklara öncelik verilmelidir.
Gerek kalkınma planlarında, gerekse Milli Eğitim Şuralarında pek çok tüzük ve yönetmelik çıkarılmasına rağmen, bunlar ne yazık ki, kağıt üzerinde kalmış bir türlü uygulamaya konulamamış ve okul öncesi eğitim hep ihmal edilen bir alan olarak kalmıştır. Şimdi artık bir yol ayrımına gelinmiştir. Yapılacak tercih okul öncesi eğitimden yana kullanılmalıdır. Liselerin dört yıla çıkarılmasıyla kapsamlı bir müfredat çalışması yapılmamış, yalnızca var olan müfredatın içeriği yıllara yayılmıştır. Bu uygulama öğrenci ve velileri oyalamanın ötesine gidememiştir. Öğrenciler bir sene daha fazla okul – dershane kıskacında yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Verilen eğitimin niteliği değiştirilememiş, üniversite önünde yığılan yüz binlerce öğrencinin sayısında bir azalma olmamıştır. Türkiye’nin artık yanlış tercihler ve yatırımlar yaparak zaman kaybetme gibi bir lüksü yoktur. Eğitim-öğretim geri dönüşü olmayan bir yatırım alanıdır. Var olan çağın nüfusuna, ‘kaynaklarımız yetersiz, eğitiminiz için gerekli koşulları sağlayamıyoruz, bugün git birkaç sene sonra gel’ deme şansınız yoktur. Günü kurtarmaya yönelik, ancak kısa vadeli çözümlere yarayacak tekil iyileştirmelerin ötesine geçilmesi, tüm tarafların katılımıyla hazırlanacak bir ulusal programın bir an önce uygulamaya konması gerekmektedir. Bu yüzden okul öncesi eğitim ivedilikle ele alınmalıdır. Gerekli reformlar bir an önce yapılmalıdır ki, Türkiye gelecekteki çocuklarını ‘yitik kuşak’ olmaktan kurtarabilsin.