Eğitimin Sürdürülebilir Kalkınma Üzerindeki Etkisi

Eğitim son yıllarda sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için en önemli etken haline gelmiştir. 2004 -2014 yılları arasındaki on yıllık dönem UNESCO tarafından ‘sürdürülebilir kalkınma için eğitim’ yılları olarak belirlenmiştir. Bir ülkenin gücünü değerlendirirken sadece fiziksel ve finansal sermayelerini dikkate alan bir yaklaşım, o ülkenin asıl gücünü oluşturan ve görünmez varlıkları temsil eden beşeri sermayeyi göz ardı ediyor demektir. Beşeri sermayenin diğer sermaye türlerinden farkı kullanıldıkça değerinin artmasıdır. Çünkü 21. yüzyıl bilgi çağıdır ve bilgiye dayalı bir rekabet yaşanmaktadır. Bilgiye dayalı ekonomide geleneksel, el becerilerine dayalı işler yerini ileri teknoloji gerektiren bilgi yoğun işlere, mavi yakalı işçiler yerini ‘bilgi işçilerine’ bırakmıştır. İnsan kaynaklarına yatırım yapan ülkeler, yeni alanlarda istihdam ve üretim yaratabilen, sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma kaydeden, vatandaşlarına kaliteli bir eğitim, sağlık ve diğer sosyal alanlarda hizmet sunabilen ülkelerdir.

Eğitim yatırımlarının sürdürülebilir kalkınma üzerindeki etkisi ve bu yatırımların geri dönüşü üretimdeki artışta, becerilerin geliştirilmesinde, tüketici davranışlarının iyileştirilmesinde ve araştırmacı sayısındaki artışlarda somut olarak görülmektedir. Bilgi çağına ve bilgi ekonomisine geçilmesiyle birlikte bir ülkenin çalışanlarının bilgi birikimleri ve buna bağlı yaratılacak olan ‘know-how’un kapasitesinden oluşan entelektüel sermaye ön plana çıkmaktadır. Bugün ABD’de beşeri sermaye kaynaklarının değerleri toplamının yaklaşık 30 trilyon dolar, buna karşılık fiziki varlıklar toplamının ise 18.8 trilyon dolar olduğu tahmin edilmektedir. Seksen-sekiz gelişmekte olan ülkeye uygulanan ve insan kaynaklarının geliştirilmesi ile kalkınma arasındaki ilişkiyi inceleyen bir modelin sonuçlarına göre okuma yazma oranındaki % 20’den % 30’a artış GSYİH’da % 8’den % 16’ya kadar bir artışa yol açmaktadır.

Eğitimin üretim üzerindeki etkisine en güzel örnek tarım sektöründeki verimlilik artışıdır. Çiftçilerin dört yıllık ilave eğitimlerinin, fiziki tarımsal çıktıları yaklaşık % 10 artırdığı tespit edilmiştir. Başka bir çalışma sonucuna göre, bir yıllık ilave bir eğitim süresinin GSYİH’ya % 3’lük bir katkı yaptığı sonucuna varılmıştır. Bu örnekler ekonomik büyümenin temelinde fiziksel yatırımlardan ziyade teknolojik yatırımların ve ARGE faaliyetleri için ayrılan kaynakların ve insan kaynaklarının geliştirilmesine yönelik yatırımların olduğunu göstermektedir.

Eğitimin becerilerin geliştirilmesi ve dolayısıyla ekonomik kalkınma üzerindeki etkisinin büyüklüğü tartışma götürmez bir gerçektir. Bilgi toplumuna geçilmesiyle beraber bilginin üretilmesi, başka yerlerde başkaları tarafından üretilmiş bilginin alınıp uyarlanması ve o ülkede var olan bilginin yayılması önem kazanmıştır. Artık bilgiye ulaşmak çok kolaydır ve hatta bir bilgi kirliliğinin oluştuğu söylenebilir. Önemli olan bilgiyi katma değer haline getirebilmektir. 1980-90’larda Asya kaplanlarının başarıya ulaşması, ABD ve Avrupa’da üretilen bilgiyi alıp pratikte uygulamayı başarmış olmalarıdır. Bu tür bir başarı için önkoşul çağın gerektirdiği becerilerle donatılmış nitelikli işgücüdür. Sözel ve sayısal beceriler, bilişim teknolojileri becerileri, sosyal beceriler, öğrenmeyi öğrenme gibi temel beceriler eğitimle kazandırılmaktadır. Ancak bilgi uyarlamasının yapılabilmesi için işgücünün bu tür temel becerilere sahip olmasının yetmediği görülmektedir. Ekonomiye ivme kazandırılabilmesi ancak istihdam edilebilirlik becerilerinin kazandırılmasıyla mümkün olmaktadır. Kavramsal düşünebilen, mevcut durumu kavrayabilen ve düzeltme yoluna gidebilen, düşünmek ve akıl yürütmek konusunda eğitimli, ileri düşünme becerilerine sahip insanların yetiştirilmesi gereklidir ki, bir ülke bilgiyi üretemese bile alsın, uyarlayıp kullanabilsin.

Eğitimle edinilen beceriler kadar önemli bir başka unsur da tutum ve değerlerdir. Oluşturulacak davranışların toplumun, ekonominin, siyasal yapının ve bireylerin beklentilerine uygun olması gerekir. Eğitim toplumdaki bireylerin ülke ekonomisinin gerektirdiği tüketici davranışlarını edinmeleri, toplumsal kaynakları akılcı bir biçimde kullanmaları ve değerlendirmeleri konusunda farkındalık kazandırarak dolaylı yoldan ülke ekonomisine katkıda bulunur.

Türkiye’de eğitim politikası üretenler bir sonraki hedefi zorunlu eğitimin sekiz yıldan on iki yıla çıkarılması olarak belirlemişlerdir. Ancak önemli olan okulda geçirilen süre değil, bu sürede neyin nasıl yapıldığı, öğrencilerin ne öğrendiği, ileri düzey öğrenme becerilerini ne derece geliştirebildikleridir. Dolayısıyla okulda geçirilen uzun yıllarla ekonomik kalkınma arasındaki ilişkinin sorgulanması gereklidir. ARGE çalışmalarını gerçekleştirecek nitelikli insan kaynağının azlığı, Türkiye’nin sürdürülebilir ekonomik kalkınmada arzu edilen seviyenin çok daha altında kalmasına yol açmaktadır. OECD ülkelerinde her bin çalışan başına 6.8 araştırmacı düşerken, Türkiye’de bu sayı her bin çalışan için 1.1 araştırmacıdır. 2013 yılında 16 milyar TL’lik bir ARGE harcaması hedeflendiği düşünülürse sorun maddi kaynak sorunu değil, iyi yetişmiş insan kaynağı sorunudur. Bu tür karşılaştırılabilir uluslararası göstergelerle değerlendirildiğinde, Türk eğitim sisteminin nitelik ve nicelik bakımından sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmayı ve küresel ekonomide rekabet edebilmeyi sağlamak açısından kat etmesi gereken mesafenin çok uzun olduğu görülmektedir.

Businessweek – Serbest Köşe