Açık bir kapı olmak yerine dönen bir kapıya sıkışıp kalmış bir eğitim sistemi

2009–2010 öğretim yılının başlamasına yaklaştığımız şu günlerde sorulması ve herkesin odaklanması gereken soru şu olmalıdır: Milli Eğitim Bakanlığı’nın bir yol haritası var mıdır yoksa yol nereye giderse oraya mı gidilmektedir? Şu ana kadarki genel görüntüde, MEB’nın sorunlara yaklaşımında dağınık bir yapı göze çarpmaktadır. Bu da gerek ortaöğretimde gerekse yüksek öğretimde sorunların her geçen gün daha da büyümesine yol açmaktadır.

Ortaöğretimin son yirmi yılına baktığımızda görülüyor ki, tam bir vur-kaç politikası uygulanmaktadır. Bu politikalardan yalnızca birkaç tanesi şöyle özetlenebilir: 1991-1992 öğretim yılında ders geçme ve kredili sistem uygulanmaya başlamış, bir başka deyişle, ‘Sınıfta kalmak kalktı, ders geçmek esastır’ anlayışı benimsenmiştir. Gerekçe olarak her yıl 1milyon 300 dolayında öğrencinin sınıfta kalması ve bunun devlete yükünün 4 trilyondan daha fazla olması gösterilmiştir.

Bir başka uygulamayla ise üniversitelere öğrenci göndermede başarıları ile dikkat çeken fen ve Anadolu liselerinin sayıları hızla artırılmıştır. Sonuçta fen ve Anadolu liselerinin sayıları 1300’lere dayanmış ve ortaöğretim kurumları, bir kısım okullarının çok tercih edildiği ve bir kısım okullarının da iddiasız okullar olarak damgalandığı ikili bir yapıya bürünmüştür. Özellikle 1998 yılından sonra YÖK’ün yaptığı katsayı düzenlemesiyle ÖSS ham puan ortalamaları yüksek olan bu okullar daha da avantajlı konuma gelmişlerdir. Son yıllar itibarıyla fen ve Anadolu liseleri ile genel ve meslekî liselerin arasındaki makas iyice açılmıştır. Dolayısıyla ilköğretimi bitiren öğrencilerin gözünde bu okulları kazanabilmek varlık yokluk meselesi hâline gelmiştir. 2002 yılında 562 bin, (2003’de 616 bin), 2004’te 650 bin (2005’te 785 bin) öğrenci 2006’da 798.307 Orta Öğretim Kurumları Sınavı (OKS)’ye ve 2009’da 1 milyon 27 bin öğrenci Seviye Belirleme Sınavı (SBS)’ye başvurmuştur.

MEB, Anadolu Liseleri Yönetmeliği’ne ilişkin de pek çok değişiklik yapmıştır. Bu düzenlemelerden birine göre öğrencilerin, Liselere Giriş Sınavı (LGS)’den aldığı puana göre tercih yaptığı uygulamadan vazgeçilmiş sınav sonuçları açıklandıktan sonra alınan puan doğrultusunda okul tercihleri yapılmaya başlanmıştır. 2004 yılında LGS’de okuldaki başarı notunun etkisi sıfırlanmış, Anadolu liselerine yerleştirmelerde sadece öğrencinin sınavda gösterdiği başarı dikkate alınmaya başlanmıştır. “İlköğretim 4, 5, 6 ve 7’nci sınıflardaki ağırlıklı notların aritmetik ortalaması alınarak belli oranda puana etki ettirilir” hükmü kaldırılmıştır.

2005-2006 öğretim yılından başlamak üzere sınavın ismi değiştirilerek Orta Öğretim Kurumları Sınavı (OKS) olmuş, liselere giriş sınavları ayrı tarihlerde ayrı yapılan sınavlarken OKS ile öğrenciler tek bir sınava girmeye başlamışlardır.

Yapılan tüm bu değişikliklerin yanı sıra bir de ertesi yıl yapılacağı ilan edilen ancak yapılmayan değişiklikler bulunmaktadırlar. Örneğin, 2004 yılı LGS sonuçlarını açıklanırken zamanın bakanı tarafından tüm veli ve öğrencilerin üzerindeki etkisinin ne olabileceği düşünülmeden şu demeç verilmiştir: “Gelecek yıl yapılacak LGS’ye sadece fen, Anadolu, Anadolu öğretmen, Anadolu meslek, Anadolu imam hatip ve polis kolejlerine girmek isteyen öğrencilerin değil, diğer ortaöğretim kurumlarına (düz liselere de) devam etmek isteyen tüm öğrencilerin girmesini mecburi hale getirecektir.” Ancak 2005 yılında böyle bir uygulama yapılmamıştır.

Liselerin dört yıla çıkarılması öncesinde kapsamlı bir müfredat çalışması yapılmamış, yalnızca var olan müfredatın içeriği yıllara yayılmıştır. Bu uygulama öğrenci ve velileri oyalamanın ötesine gidememiştir. Öğrenciler bir sene daha fazla okul – dershane kıskacında yaşamaya mahkum edilmişlerdir. Verilen eğitimin niteliği değiştirilememiş, üniversite önünde yığılan yüz binlerce öğrencinin niceliksel sayısında bir azalma olmamıştır.

OKS ile tek oturumda yapılan eleme sınavı, SBS adı ile 3 seneye çıkarılmıştır. 2008-2009 öğretim yılında SBS uygulanmaya başlamıştır. Gerekçesi öğrencilerin yeterliklerini ve başarılarının tek oturumda yapılan bir sınavla sınanamayacağı olmuştur. Yıl Sonu Başarı Puanı (YBP)‘nın değeri % 25 olarak belirlenmiş yani öğrencilerin yıl içinde aldıkları notlar yeniden önem kazanmıştır.

Yükseköğretimde de benzer bir tablo bulunmaktadır. Cumhuriyet’in kurulma dönemlerinden 1960’lı yıllara kadar lise mezunu sayısı az olduğu için fakülteler kendilerine başvuranları sınavsız kabul etmiştir. Fakülteler kendi amaçlarına yönelik bireysel sınavlar düzenlemişlerdir. 1974–1980 yılları arasında Üniversitelerarası Seçme Sınavı ÜSS uygulanmaya başlamıştır. 1981 yılından itibaren iki aşamalı bir sınav düzenine geçilmiş ve Üniversitelerarası Seçme Sınavı (ÜSS) ve Üniversitelerarası Yerleştirme Sınavı (ÜYS) adı altında iki sınav verilmiştir. 1983–2000 yılları arasında Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) ve Öğrenci Yerleştirme sınavı (ÖYS) adları altında verilmiştir. 2000 yılında yeniden tek sınava dönülmüş ve Öğrenci Seçme Sınavı (ÖSS) adı altında uygulanmaya başlamıştır. 2002’de ÖSS Puanına göre yerleştirme uygulaması yani önce öğrencinin puanını öğrenmesi daha sonra bu puana göre bölüm seçmesi uygulamasına başlanmıştır. Ayrıca Yabancı Dil Sınavı (YDS) uygulanmaya başlamıştır.

2010 yılından itibaren uygulanmak üzere ise yükseköğretime geçişte iki aşamalı sınav sistemi uygulanması kararı alınmıştır. Birinci aşama YGS ‘Yüksek Öğretime Geçiş’ olarak adlandırılmış, ikinci aşama ise LYS ‘Lisans Yerleştirme Sınavları’ olarak adlandırılan 5 ayrı sınavdan oluşturulmuştur.

Yapılmak istenen bu değişikliklerin, seçme kriteri ne olursa olsun ya da sınav sayısı kaça çıkarılırsa çıksın, bu sınavlarda başarısız olan öğrencilerin açıkta kalacağı ve üniversite önündeki yığılmaya ya da kalite sorununun çözümü olamayacağı gerçeği ne yazık ki bir türlü yok edilememektedir. 28 ilde 41 lisenin 2008 ÖSS’de 4 yıllık okullara tek bir öğrenci bile yerleştirememiş olması eğitimdeki nitelik sorununun büyüklüğünün en net göstergesidir. ÖSS sistemi yıllar içinde ‘dershaneleşen okul’ ve ‘okul’ yerine dershane’ gibi yeni kavramların hayatımıza girmesine yol açmıştır. Üniversitelerin herhangi bir 4 yıllık lisans programına kayıt yaptırabilenler başarılı sayılmışlardır. Ancak, bu öğrencilerin azımsanamayacak bir kısmı üniversitede başarısız olmaktadırlar. Bu öğrencilerin niteliksiz/yetersiz alt yapıları ve kavramaya/uygulamaya dayalı bir öğretim süreci yerine ezbere dayalı dershane talimi sürecinden geçiyor olmaları bu başarısızlığın temel nedenidir.

Sonuç olarak eğitim sistemimizin genel görüntüsü şöyledir:
• Yukarıda özetlenen tüm bu değişimler bir kalite artışı, verimlilik ve devamlılık sağlayamamakta, kağıt mühendisliğinden öteye gidilememektedir.
• Ortaöğretimde okul ya da sınav adlarını değiştirmek reform anlamına gelmemekte, sonuçlar değişmemektedir.
• Eğitim sistemimizi sembol harflerle yönetmeye (MEB, LGS, OKS, SBS, ,ÖSS, YÖK vs.) çalışmak çözüm olmamaktadır.
• Bugüne kadar uygulanan eğitim politikaları, insan hakları bildirgesi ve Anayasa’da yazılı olan eğitim hakkına ulaşılamamasına yol açmaktadır.
• Üniversite kazanılamamakta, kazanılsa istenen bölümde okunamamakta, bölüm bitirilememekte, bitirilse iş bulunamamaktadır.
• Türkiye yanlış tercihler ve yatırımlar yaparak sürekli bir zaman kaybetme lüksü kullanmaktadır.
• Eğitim sistemi yanlışken ölçme değerlendirme sistemi de doğru olamamaktadır.
• “Minimum standartlar” üzerinde çeşitlilik ve esneklik sağlanamadığı için insan kaynaklarının ve sosyal sermeyenin geliştirilmesinde yeni bir açılım oluşturulamamaktadır.
• Sistem ‘açık olan bir kapı’ yerine ‘dönen kapı’ya el vermektedir.