Etiket arşivi: Yetiştirme

“Sektörel Uyanış Projesi” yarının profesyonellerini yetiştiriyor!

İyi eğitim gören, farklı düşünen, ülkemizi başarılı bir geleceğe taşıyan bireyler yetiştirmenin gereğine inanan Türk Eğitim Derneği, başarılı ama maddi imkânlardan yoksun çocuklara sahip çıkarak vermekte olduğu burslara 2009 yılı itibariyle hedef koydu ve “10.000 Genç Meşale Daha Aydınlık Türkiye” kampanyası ile Türkiye çapında bir eğitim seferberliği başlattı. Kampanya kapsamında oluşturulan “Sektörel Uyanış Projesi” ise farklı sektörlerin eğitim sistemine katkıda bulunmasını sağlamak üzere geliştirildi.

Çeşitli sektörlerde başarılı olmuş uzman ve liderlerle işbirliğine gidilerek bu kişilerin “10.000 Genç Meşale Daha Aydınlık Türkiye” kampanyasına katkıda bulunabilmelerini sağlayan “Sektörel Uyanış Projesi”ne ilk destek tıp ve hukuk camialarından geldi.

Bu doğrultuda Meme Cerrahisi Uzmanı Dr. Meral Demirel ve Avukat Rezzan Arıemre, bireysel kazançlarının bir bölümünü Türk Eğitim Derneği ile paylaşmak için gönüllü oldular. Demirel ve Arıemre, katıldıkları seminerlerden elde ettikleri gelirin tamamını da Türk Eğitim Derneği’ne aktararak maddi yetersizlikler yüzünden pırıltısını gösteremeyen başarılı çocukları aramıza katmak için önemli bir adım attılar. Dr. Meral Demirel ve Avukat Rezzan Arıemre ayrıca, hasta ve müvekkillerini “Sektörel Uyanış Projesi” hakkında bilinçlendirerek onların da bir çocuğun okutulmasına katkıda bulunmalarını sağlıyorlar.

Yeni Dünya Düzeninde İnsan Yetiştirme Düzenimizi Sorgulama Zamanı

Yeni dünya düzeninde, dünya küresel bir köy durumuna gelmiş, ülkelerin coğrafi sınırları yapay kalmış, teknoloji hızla gelişmiş, bilgi üretildiğinden de büyük bir hızla tüketilmeye başlanmıştır. Bu bağlamda, bireylerin sahip olması gereken birçok yeni beceri ortaya çıkmış, eğer bir kişinin ismi ‘google’da aranıp da ‘bulunamamış’ ise o kişi adeta yok sayılmaya başlamış, geleneksel okullar yerini öğrenme ağlarına (www) bırakmış, öğretmen, öğrenci, veli, okul, topluluk, eğitim ve yaşam arasındaki keskin çizgiler giderek silinmeye başlamıştır. Bu ve bunun gibi örnekler artırılabilir ancak odak noktası, ulusların bu yeni düzene uyum konusunda hangi araçlarla, hangi yöntemleri kullanarak, ne yaptıklarıdır. Bu yeni düzenin, Türkiye’deki eğitime ve insan yetiştirme düzenimize nasıl yansıdığının değerlendirilmesi gerekir. İnsan yetiştirme düzenimizin ne tür bireyler yetiştirmesi gerektiği konusunda farklı listeler oluşturulmakta, reçeteler sunulmaktadır. Bunlardan en sık dile getirilen ve popüler olanlardan bazıları, soran ve sorgulayan, eleştirel düşünen, problem çözme becerilerine sahip, gelişmeye açık, çağdaş, demokrat bireyler yetiştirmek olarak ifade edilmektedir. Oysa, yapılması gereken, çıktıya dayalı olarak bu tür özelliklerin yetiştirdiğimiz çocuklar tarafından ne ölçüde içselleştirildiğinin değerlendirilmesi olmalıdır.

2005-2006 yılı itibariyle o yıllara kadar geçerli olan öğretim programlarının yeni dünya düzeninin gerektirdiği becerileri kazandıramayacağı öngörüsüyle ilköğretim programlarının geliştirilmesinde yapılandırmacı ve disiplinler arası bir yaklaşım benimsenmiş ve öğretim programları öğrenci merkezli anlayışla yeniden hazırlanmıştır. Ancak bu iyi niyetli girişim amacına ne derece ulaşmıştır? Milli Eğitim Bakanlığı’nın eylem planlarında kağıt üzerinde yazılanlar ile uygulama arasında uyum sağlanabilmiş midir? Bir başka deyişle, öğrenciler, öğretmenler ve aileler açısından ne tür bir manzara ortaya çıkmıştır?

Öğrencilere odaklanıldığında şu manzarayla karşılaşılmaktadır: Yeni bir yaklaşıma göre öğretim görmektedirler, Sıkça bahsi geçen öğrenci merkezli, yaparak öğrenme gibi popüler kavramlar kullanılmaktadır. Ölçme-değerlendirme adı altında portföy, gözlem, görüşme, proje gibi alternatif değerlendirme çeşitlerinin gereklerini yerine getirmeleri beklenmektedir. Eğer gerek okullarının gerekse kendilerinin maddi imkanları varsa ve teknolojik açıdan donanımlıysalar, bu türden ödevleri internet ortamında kes-yapıştır yoluyla (bilgiyi gerçek anlamıyla edinip kullanamadan) yapabilmektedirler. Eğer okulları ya da kendileri maddi imkansızlık içindelerse, o zaman da portföyün yalnızca kağıt taşımak için kullanılan bir dosya olmaktan öteye gidemediği bir süreç yaşamaktadırlar. Oysa amaç, öğrencilerin edindikleri bilgi ile ne yapabildiklerinin, ürettiklerinin tüm bir dönem boyunca biriktirilmesi gereken bir ürün dosyasının yani sürecin değerlendirilmesidir. Ancak bu türden performans ödevlerini hakkını vererek layıkıyla yapabiliyor olmak ‘başarılı’ sayılabilmek için asla yeterli olmamaktadır. Başarılı sayılıp sayılmamaları OKS/SBS ya da ÖSS gibi sınavlarda yuvarlak doldurarak aldıkları notlarla sınırlı kalmaktadır.

Aynı manzaraya öğretmenler açısından bakıldığındaysa, öğretmenin başarması gereken ‘Mission Impossible’ yani ‘Yerine Getirmesi İmkansız Bir Görev’ dir. Bir sonraki sınava kadar işlenmesi gereken ünitelerin, gerek malzeme gerekse zaman yetersizliğinden, öğretmen tarafından aktarılarak yetiştirilmesi gerekmektedir. İçeriği kimi zaman hala sorgulanan ders kitapları kullanmak zorundadırlar; kendilerini ve bilgilerini sürekli yenilemeleri gerekmektedir. Ama aynı zamanda haftada 20-25 saat ders yüküyle, 30-50 kişilik sınıflarla baş etmeleri beklenmektedir. Öğrencilerinin eleştirel düşünme, problem çözme gibi becerileri mi yoksa sınav başarısı mı kazanmaları gerektiği ikileminde bırakılmaktadırlar. Onlar da seçimlerini çoğunlukla, sınavlarda öğrencilerinin aldığı notlarla sınırlandırılan akademik başarıdan yana kullanmaktadırlar.

Aynı manzarada ailelere odaklanıldığında ise, çocuklarının sorunlarını bireysel çabalarla çözmeye çalışmak için kendi imkanları ölçüsünde kimi zaman özel okul, kimi zaman dershane gibi belli yollara baş vurdukları görülmektedir. Uygun seçenekler sunulmadığı sürece, kendi çocuklarına avantaj sağlamaya çalıştığı ve bu kronikleşmiş sorunla birlikte yaşamaya mahkum edildikleri için aileler suçlanabilirler mi?

Aynı manzara içinde yer alan bu üç grubu ortak bir paydada buluşturan ‘başarılı’ olma kaygısıdır. O halde sorulması gereken soru ‘Asıl Başarı Nedir? olmalıdır. OKS/SBS/ÖSS gibi sınavlarda içi doldurulan boşlukların doğruluk sayısının çok olması mı? Bu sınavlardan sonra okulların ya da dershanelerin şu kadar birinci çıkardık demeleri mi? Yoksa, 10-15 yıl sonra kendilerine, ailelerine ve ülkelerine faydalı birer birey olmayı ve dünya vatandaşı olmayı ne kadar başarabildikleri, işlerinde ve özel hayatlarında ne derece mutlu oldukları mıdır? Açıkça görülmektedir ki, şimdiki haliyle eğitim sisteminde roller değişmiş, sınav sistemi eğitim sistemine hizmet edecekken, eğitim sistemi sınav sistemine hizmet eder hale gelmiş ve öğrenci yetiştirme düzenimizde edinilmesi gereken en önemli beceri test çözerken dört-beş yuvarlaktan birini seçip dışarıya taşırmadan içini doldurmak olmuştur.

Einstein ‘Karşılaştığımız önemli sorunları, onları yarattığımız sırada sahip olduğumuz düşüncelerle ve o düşünce düzeyiyle çözemeyiz’ demiştir. O halde sorunları çözüme kavuşturabilmek için onları algılayışımızı değiştirmeli, sorunları görmede ve çözüme kavuşturmada, şu anda kullandığımız gözlüklerin artık yetmediğini kabul etmeli, yeni gözlükler kullanmaya başlamalıyız.

Eğitim sistemine girdi-süreç-çıktı yaklaşımıyla bakıldığında sistemin girdisi eğitilecek çocuklar, çıktısı ise eğitilmiş gençlerdir. Eğitim ise bu ikisi arasında geçen süreçtir. Sisteme giren her çocuğun, ayrı bir birey ve çok değerli bir varlık olduğunun bilinciyle eğitim ve öğretiminin sağlanması eğitimin temel işlevi olmalıdır. Bir çocuğun eğitiminin sağlanması denince, onun belli bir kalıba dökülerek ve belli bir modele göre koşullandırılması, faklılıklarının bilenmesi yerine törpülenerek yok edilmesi, tek tip, adeta aynı tornadan çıkmış, dünyayı tek bir bakış açısıyla gören, işlerin yapılışında aynı yolu izleyen, kullandığı yöntemler ve düşünme sistemleriyle diğerlerinden hiçbir farkı olmayan bir birey yetiştirmek mi anlaşılmalıdır? Yoksa her çocuk bireysel özellikleri ve farklılıkları göz önünde bulundurularak doğru yöntemlerle işlenmesi gereken bir varlık olarak mı ele alınmalıdır?

R.H. Reeves’in ‘Hayvan Okulu’ isimli öyküsü yeni dünya düzeninin gerektirdiği nitelikleri karşılayabilen bir eğitim sisteminin nasıl olmaması gerektiği ve öğrencilerin bireysel faklılıkları üzerine bir kez daha düşünülmesi gerektiğini çok güzel bir şekilde ortaya koymaktadır.

Hayvanlar alemi ‘Yeni Dünya’nın sorunlarıyla baş edebilmek için bir okul açmaya karar vermiş. Dersler koşmak, uçmak, tırmanmak ve yüzmekten oluşuyormuş. Yönetimi kolaylaştırmak için bütün hayvanların bütün derslere katılmaları isteniyormuş. Ördek yüzmede çok iyi not almış, uçmada orta almış ama koşmada çok beceriksizmiş. Bu yüzden yüzmeyi bırakması gerekmiş, derslerden sonra okulda kalıp koşma alıştırmaları yapması gerekiyormuş. Bunu perdeli ayakları yıpranıncaya kadar yapması gerekmiş. Sonunda dayanamayıp okulu terk etmiş. Tavşan koşma dersinde çok iyiymiş ama yüzmede durumunu iyileştirmek için o kadar çok çalışmış ki bunalıma girmiş. Sincap tırmanmada harikaymış ama uçma dersinde öğretmeni kendisini uçmaya zorlayınca kaslarına kramp girmiş ve koşma ve tırmanma derslerinden de çok iyi bir not alamamış. Kartal sorunlu bir çocukmuş, belli bir disipline sokulması gerekiyormuş. Tırmanma dersinde diğer öğrencilerden önce ağacın tepesine ulaşıyormuş ama bunu ille de kendi yöntemleriyle yapmak istiyormuş. Sene sonunda yüzebilen, toprakta hızla hareket edebilen ve tırmanabilen bir yılan balığı okulu birincilikle bitirmiş. Köstebekler okul yönetimini, programa toprağı kazma ve tünel açma dersi eklemedikleri için protesto etmişler ve okula gitmemişler. Çocuklarını porsuğun yanına çırak olarak vermişler. Sonunda, bir grup girişimci hayvan kendi özel okullarını kurmuşlar.

Türkiye’de yaşayan her çocuğun özel bir proje olarak ele alınıp evrensel yetkinliklerle donatılması öncelikli, ya yapılacak ya da yapılacak bir mesele olarak görülmelidir. Eğitim bir taleptir ve en büyük özelliği ertelenemez oluşudur. İlköğretim çağındaki bir çocuğa yeterince öğretmenim yok, yeterince sınıfım yok, çağın gereklerine göre bir programım yok, şimdi git üç beş yıl sonra gelirsin deme lüksümüz yoktur. Öğretimin her kademesinde asgari şartların sağlanması kadar önemli olan bir diğer unsur, yeni dünya insanını yetiştirirken farklılıkların zenginlik yaratttığı bilinciyle hareket etmektir.