Etiket arşivi: Üniversiteler Eki

Dünya Gazetesi-Özel Üniversiteler Eki

21. yüzyılda üniversiteler dörtlü bir işlevi yerine getiren bir modelle evrimleşmelerini sürdürmektedirler. Bu doğrultuda, üniversiteler bilginin üretimi (araştırma), bilginin sunulması (dersler), bilginin dağılımı (yayınlar) ve topluma hizmet sunulmasından oluşan çoklu bir işlev üstlenmişlerdir. Aslında üniversite 1000 yıllık bir kurumdur ancak 20. yüzyılın ikinci yarısıyla birlikte pek çok yeni üniversite türü ortaya çıkmıştır. Özel kuruluşlar eliyle yükseköğretimin sunumu değişik biçimlerde gerçekleştirilmeye başlamıştır. Bunlar arasında kar amacı gütmeyen vakıf üniversiteleri (Harvard, Stanford), kar amacı güden kurum üniversiteleri (University of Phoenix, Dewry University), şirket üniversiteleri (Motorola University, Oracle University), sınır ötesi (transnational) üniversiteler (Nottingham, The Apollo Group) ve sanal üniversiteler (Tec de Monterry) bulunmaktadır.

Bu çeşitlilik sayesinde, yüksek öğretim elitist olmaktan çıkmış, daha geniş kitlelere ulaşmaya başlamıştır. 2000 yılında dünya genelinde 50 milyon yüksek öğrenim öğrencisi varken 2020 yılında bu sayının 200 milyona ulaşması beklenmektedir. Türkiye’de de yüksek öğrenime olan talep benzer bir eğilimi ortaya çıkarmıştır. Yüksek öğretim artık kitle eğitimi niteliği kazanmaya başlamıştır; çünkü talep bu yönde oluşmuştur. Her geçen gün yeni bir özel üniversitenin kurulma aşamasına geldiği görülmektedir. Türkiye’de 23 Haziran 2009 tarihinde TBMM’de kabul gören TED Üniversitesi’nin de bulunduğu 39 vakıf üniversitesi bulunmaktadır.

Özel yüksek öğretim kuruluşlarındaki öğrencilerin toplam öğrenci sayısı içindeki payı Güney Kore’de yüzde 80, Japonya’da yüzde 76, Hindistan’da yüzde 75’tir. Türkiye’de ise vakıf üniversitelerindeki öğrenci sayısı toplam öğrenci sayısının ancak yüzde 5’ini oluşturmaktadır. Türkiye’de tüm üniversitelerdeki toplam kontenjan 544 bin 882’dir. Devlet üniversitelerinde ön lisans + lisans + özel yetenek olmak üzere toplam 460 bin 635 bin, vakıf üniversitelerinde toplam 64 bin 607 bin, KKTC ve yurtdışında toplam 19 bin 640 bin öğrencilik bir kontenjan bulunmaktadır. Bu kontenjanlar yüksek öğrenime olan talebi karşılayamaz durumdadırlar; yani Türkiye’de bir arz-talep dengesizliği bulunmaktadır. Bu dengesizliğin ortadan kaldırılması için ise var olan üniversitelerdeki kontenjanların artırılması ve yeni üniversitelerin kurulması gibi yollar seçilmiştir. Yüksek öğretimde net okullaşma oranında hedef yüzde 31 iken ancak yüzde 20,14 oranında gerçekleşebilmiştir (TÜİK: 2008). Bazı ülkelerle (Belçika’da yüzde 56, Fransa’da yüzde 51, Almanya’da yüzde 46, İsrail’de yüzde 11, Güney Kore’de yüzde 52) karşılaştırıldığında bu oranın çok düşük olduğu görülmektedir. Niceliksel bir büyüme ne yazık ki niteliksel bir gelişmeyi de garanti etmemektedir. Yükseköğrenimde bir üniversitenin kendi sistemini oluşturması, evrimleşmeye başlaması, ‘öğrenen’ bir kurum olarak ayakta kalmayı başarabilmesi ve kendi kurum kültürünü oluşturabilmesi oldukça uzun bir zaman almaktadır ve getirilerinin geri dönüşü uzun vadeli olmaktadır. Her geçen gün yeni bir vakıf üniversitesinin kurulma çalışmasının başlatılması adeta bir moda halinde yayılmaktadır. Ancak unutulmamalıdır ki, birbiri ardına açılan üniversiteler sistemin gerektirdiği hazırlanma, kurulma, olgunlaşma ve evrimleşme süreçlerini gerektiği gibi tamamlayamazlarsa öğrencilerine sundukları öğrenimin niteliksizliği ciddi bir sorun olarak karşımıza çıkacaktır. İşte o zaman verilen diplomalar, ne yazık ki içi doldurulamamış boş birer kağıt parçasından öteye gidemeyecektir. Üniversite mezunlarının o ülkenin ekonomisine katkısı ve yaşamla ilgili edindikleri bilgi ve becerileriler bu kurumların başarısını gösteren iki önemli kriterdir. Bu kriterlerin giderek göreli olarak azalan kamusal kaynaklar ile karşılanabilmesi gün geçtikçe güçleşmektedir. Diğer ülkelerde de aynı sorunla karşılaşılmıştır. Yıllar içinde pek çok ülkede bir yandan üniversitelerin işletme harcamalarına hükümetlerin katkısı yüzde 80’lerden, yüzde 10’lara düşünce, öte yandan yüksek öğrenime de talep artınca bu talebi karşılamanın maliyeti çok artmıştır. Örneğin, İngiltere’de nüfus artış oranı düşmesine rağmen üniversite eğitimi talebi yüzde 7,2 artmıştır. Üniversite harçlarını artırmak, dolayısıyla maliyeti öğrencilerin üzerine yıkmak, öğrencileri öğrenimden faydalananlar konumundan çıkıp tüketici ve borçlu konumuna getirmek, endüstri ile ortak araştırma projelerine girip, gerçeği arama misyonlarını yitirip kar peşinde koşan kurumlar konumuna gelmek, giderek artan sayıda geçici ve yarı zamanlı işgücü istihdam etmek bu artan maliyeti karşılamak için kullanılan belli başlı yollar olmuşlardır.

Bu ve bu türden senaryoların kötü etkilerinin en aza indirilebilmesi için devletin sağlaması gereken bir takım kolaylıklar olmalıdır. Devlet, bütçesinden belli ölçülerde kaynak ayırabilir; arazi tahsisi ve vergi konusunda gerekli kolaylıkları sağlayabilir. Önemli olan, alınan üniversite diplomasının işlevinin sorgulanmamasıdır. Öncelikler ve beklentiler belirlenmeli, yerelin özelliklerinden kopmadan küreselle ilişkinin kurulması sağlanabilmelidir. Nitelikten uzaklaşmayıp yüksek öğrenimin kapasite yaratımı işlevine odaklanarak nicelik ve nitelik paralelliğini sağlanabilmelidir. Hükümetten gelecek kısa vadeli finansal yardımlar tüm bunların gerçekleşmesi için yeterli değildir.

Bilgi temelli ekonomiye geçilmesiyle birlikte dört stratejik boyut önem kazanmıştır. Bunlar, uygun ekonomik ve kurumsal rejimin bulunması, güçlü bir insan sermayesi temelinin olması, dinamik bir bilgi alt yapısının sağlanmış olması ve etkin bir ulusal inovasyon sisteminin bulunması. Bir ülkenin kalkınması için gerekli olan bu ön koşul niteliğindeki dört boyut, daha mikro boyutta özel üniversitelerin kurulması aşamasında da ön koşul olarak belirlenebilir. Ancak bu yolla vakıf üniversiteleri dünya klasmanında birer üniversiteye dönüşebileceklerdir.