Etiket arşivi: Ekonomik Kalkınma

Eğitim ve Sürdürülebilir Ekonomik Kalkınma

Son on yıldır eğitim, bilgiye dayalı sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma için hayati bir öneme sahip en kritik faktör olarak değerlendirilmektedir. Avrupa Birliği, Dünya Bankası ve UNESCO gibi uluslararası kuruluşlar temel becerilerin, tutum ve değerlerin geliştirilmesini öncelikler arasında ilk sıraya yerleştirmektedir. UNESCO, 2005–2014 yıllarını kapsayan 10 yıllık dönemi, “sürdürülebilir kalkınma için eğitim” 10 yılı olarak ilan etmiştir.
Kişi başına düşen ulusal gelir, genellikle ekonomik kalkınmanın temel göstergesi olarak görülebilir. Ancak petrol-dolar zengini ülkelerin durumunda olduğu gibi, kişi başına düşen ortalama ulusal gelirin göreceli olarak yüksek olması, bir ülkenin kalkınmış ülke olarak sınıflandırılması için yeterli değildir. Kişi başına düşen gelir yanında yoksulluğun ortadan kaldırılması ya da bir ülkedeki tüm bireylerin temel ihtiyaçlarının karşılanabileceği bir refah dağılımının sağlanması ve bireyler için geniş bir yelpazede ekonomik, toplumsal ve politik tercih olanağının bulunması da ekonomik kalkınmanın göstergeleri olarak dikkate alınmalıdır. Ulusal gelir, bir ülkenin sahip olduğu petrol gibi bir doğal kaynağın varlığına ya da diğer sürdürülebilir olmayan kaynaklara bağlı olarak yüksek olabilir. Oysa bir ülke için sürdürülebilir kalkınma, gelecek kuşaklar için de yaşanabilir bir ülke oluşturmayı kapsar.
1970’li yılların başlarında ekonomik kalkınma bakımından Türkiye ile benzer konumda olan bazı ülkelerin, bugün Türkiye’ye göre daha ileri düzeyde bir ekonomik kalkınmayı gerçekleştirmiş olmaları, büyük ölçüde eğitim sistemlerini geliştirmeye yönelik çabaları ile açıklanabilir. Japonya’nın ekonomik kalkınmasını yönetim modellerine bağlayan ve sürekli bir Japon mucizesi/modeli yönetimden söz edenler, Japonya’nın ekonomik kalkınmasında eğitimin etkisini göz ardı etmektedir. Japonya’da ilköğretimde okullulaşma oranı 1905 yılında bile %95 civarında idi. Bir mucizeden söz edilecekse, bu mucize eğitimde aranmalıdır. 1970’lerden günümüze gelindiğinde ise yüksek düzeyde bir ekonomik kalkınma gerçekleştiren ülkelerin, eğitime yüksek düzeyde yatırım yapan ve erken çocukluk döneminden başlayarak yüksek öğretime kadar eğitimin her düzeyinde okullulaşma oranlarını hızla artıran ülkeler olduğu görülmektedir. Her ne kadar ekonomik ve sosyal politikaların ekonomik kalkınmada etkilerinin göz ardı edilemeyecek olduğu bilinse de, eğitimin ekonomik kalkınma üzerindeki etkisi belirgin bir şekilde kendini göstermektedir. Çünkü ekonomik ve sosyal politikaların geliştirilmesi ve kalkınmayı destekleyecek bir teknoloji politikasının uygulanması, eğitim sisteminin yetiştirdiği üst düzey niteliklere sahip insan gücünden bağımsız olarak değerlendirilemez.
Eğitim, sürdürülebilir ekonomik kalkınmanın ön koşulu olan iki tür bilgi ve becerinin bireylere kazandırılmasını sağlar. Bunlardan birincisi mesleklerden bağımsız olarak her bireyin kazanması gereken temel becerilerdir. Örneğin iletişim, temel sayısal ve sözel beceriler, bilişim teknolojileri becerileri, öğrenmeyi öğrenme, sosyal beceriler, girişimcilik ve problem çözme gibi beceriler temel beceriler kapsamında değerlendirilebilir. Temel becerilerin kazandırılması Avrupa Birliğinin 2010 Lizbon Hedefleri çerçevesinde oluşturduğu bilgiye dayalı küresel ekonomide rekabet üstünlüğünü sağlama hedefinin yegane aracı ve önkoşulu olarak değerlendirilmektedir. Temel beceriler, okul öncesi eğitimden başlatılarak, zorunlu eğitim ve ortaöğretim sürecinde kazandırılır. Aynı zamanda sürdürülebilir ekonomik kalkınma için olmazsa olmaz olarak kabul gören çevre bilinci, çevreye ve diğer insanlara saygı, diğer insanlarla birlikte çalışma gibi tutum ve değerler, eğitimin erken yıllarında kazandırılabilir. Eğitim sistemlerinin çoğu kez temel becerilere ve mesleki yeterliklere öncelik vermesine karşın, tutum ve değerler ikinci planda kalabilmektedir. Oysa tek başına ekonomik verimlilik bile, beceriler kadar tutum ve değerlere de bağlıdır.
İkinci tür beceriler ise bir mesleğin ya da uzmanlık alanının gerektirdiği bilgi ve becerilerdir. Bu bilgi ve beceriler daha çok yüksek öğretimde yeni bilgi ve teknolojinin üretilmesi, transferi ve yayılması ile ekonomiye ivme kazandırır. Temel becerileri kazanmış olan bireylerin ekonomi için artı değer üretmelerini sağlayacak istihdam edilebilirlik becerilerini de kazanmaları gerekir. İstihdam edilebilirlik becerilerinin kazandırılması ise ekonomi ile çok iyi ilişkilendirilmiş bir mesleki eğitim sağlanması ile gerçekleşebilir. Ancak hızlı bir ekonomik, toplumsal ve teknolojik değişimin, meslek öncesi eğitimde kazanılan istihdam edilebilirlik becerilerinin oldukça kısa bir sürede geçerliliğini kaybetmesine neden olduğu da unutulmamalıdır. Bu nedenle, aktif işgücünün sürekli verimliliğini sağlamak için mesleki eğitimin geliştirilmesinin yanı sıra, işgücünün sürekli yaşam boyu eğitimini sağlayacak düzenlemelerin de hayata geçirilmesine ihtiyaç duyulmaktadır. Türkiye’nin küresel ekonomide rekabet edebilirliğinin sürekliliği, yaşam boyu öğrenme olanakları yaygınlaştırılarak ve geliştirilerek sağlanabilir.
Karşılaştırılabilir uluslararası göstergeler açısından değerlendirildiğinde, Türkiye’nin eğitim sistemi nicelik ve nitelik bakımından sürdürülebilir bir ekonomik kalkınmayı, küresel ekonomide rekabet edebilirliği sağlayacak düzeyde görünmemektedir. Türkiye’nin sürdürülebilir bir ekonomik kalkınma sağlayabilmek için okulöncesi eğitim, ilköğretim ve ortaöğretimde çağ nüfusunun eğitime tam erişiminin sağlanması yanında, gençlere yüksek öğretime devam edebilme hakkının sağlanması da önem taşımaktadır.
Bilgiye dayalı ekonomide geleneksel ve rutin beceriler giderek önemini kaybetmektedir. Ekonominin gerektirdiği beceriler daha çok ileri teknoloji gerektiren ve bilgi yoğun becerilerdir. Günümüzde üniversiteler yeni bilgi ve teknoloji üreterek veya başka yerlerde üretilen bilgiyi transfer ederek ekonomi için itici bir güç oluşturmaktadır. 1970 ve 1980’li yıllarda hızlı bir ekonomik gelişme gösteren Asya ülkelerinde üniversiteler yeni bilgi ve teknoloji üretmelerinin yanı sıra, daha çok bilgi ve teknoloji transferi ile ekonomiye ivme kazandırmıştır. Ayrıca üniversitelerin özel sektör ile işbirliği ve özel sektörün AR-GE kapasitesini geliştirmeye katkısı ekonomik kalkınma açısından büyük önem taşımaktadır.
Türkiye’nin nüfusunun yaklaşık 20 milyonu 0-14 yaş grubunda, 44 milyonu ise 15-64 yaş grubunda yer almaktadır. Genç ve aktif işgücünü oluşturan nüfusun ekonomiye yüksek seviyede artı değer katabilecek nitelikte bir eğitim alması halinde, nüfusun yapısı Türkiye’nin rekabet gücünün geliştirilmesi ve hatta uzun dönemde rekabet üstünlüğünün sağlanması açısından önemli bir avantaj sağlayacaktır.
Bilgiye dayalı bir ekonominin çalışanlarının iyi yetiştirilmesine ek olarak, bilgiye dayalı ekonomide kurumları ve işi yönetecek; dolayısıyla küresel ekonomide rekabet üstünlüğü sağlayacak, yüksek nitelikli insan gücünün yetiştirilmesi gerekir. Yönetim kapasitesinin yeterince geliştirilmediği ülkelerde sermaye ve emek, küresel ekonomide başka coğrafyalara doğru yönelmektedir. Bu nedenle, yaşam boyu istihdam edilebilirlik becerilerinin geliştirilmesi yanında, eğitimin aynı zamanda bu becerilere sahip işgücünün verimli bir şekilde örgütlenmesi ve çalışmasını sağlayacak yönetim kapasitesini de geliştirmesi ekonomik kalkınma açısından bir zorunluluktur.
Eğitimin her tür ve düzeyinde kazandırılan becerilerin ekonomik ve toplumsal kalkınma ile ilişkilendirilmesi gerekmektedir. Bu ilişkilendirme yapılmadan gerçekleştirilecek nicel gelişmeler, ekonomik kalkınmayı desteklemede yetersiz kalacaktır. Okullarımız gençleri küresel ekonomi ve gelecek için çok daha iyi hazırlayacak kurumlar haline getirilebilir. Türkiye’nin hedefi, gençlerini bilgi ve beceri açısından rekabete dayalı dünya ekonomisinin çarkları arasında başarılı olabilecek şekilde yetiştirmek olmalıdır.
Küresel ekonomide rekabet üstünlüğünü sağlamak ve sürdürebilmek, üniversite öncesi eğitimde erişim, eşitlik ve kalitenin sağlanması kadar, üniversite eğitiminde ve lisansüstü eğitimde ileri düzeyde bilgi ve teknolojiyi kullanabilen ve üretebilen bireylerin yetiştirilmesi ile gerçekleştirilebilir. Orta vadede Türk eğitim sisteminin ekonomi ile yeterince ilişkilendirilememesi, uzun vadede küresel ekonomide rekabet üstünlüğünün sağlanamaması ya da kaybedilmesi anlamına gelmektedir. Türk toplumunun geleceği açısından bunun sonucu yokluk, yoksulluk ve uluslar arası alanda saygın bir yere sahip olamamaktır. Bu nedenle eğitime yatırım ve Türk eğitim sisteminin geliştirilmesi, kesinlikle günlük politik sorunların ve söylemlerin dışında tutulmalıdır. Bu bağlamda, kamu ve özel sektörler ve sivil toplum kapsamlı bir reform hareketini hep birlikte planlamalı ve hayata geçirmelidir.