Etiket arşivi: Eğitim

Pehlivanoğlu: Nüfusumuzun % 12,6’sı okuma yazma bilmiyor!

Türk Eğitim Derneği, kuruluşundan bu yana, başarılı fakat maddi olanakları yetersiz öğrencileri desteklemeyi öncelikli toplumsal sorumlulukları arasında gördü. Türk Eğitim Derneği bursları, öğrenciye yalnızca eğitimi boyunca akademik gelişimine ilişkin yeterli ve sürekli maddi desteği değil, sosyal, kültürel ve psikolojik anlamda kapsamlı manevi desteği de içeriyor.
• Burs alabilmek ve/veya alınan bursun devam edebilmesi için maddi olanakların yetersiz olmasının yanı sıra başarılı olunması önemli bir koşul.
• Burs ile cep harçlığı dahil öğrencinin tüm eğitim masrafları karşılanıyor.
• Öğrenci, başarılı olduğu sürece üniversite eğitiminin sonuna kadar sürekli burs alabiliyor, Türk Eğitim Derneği bunu garantiliyor.
• Rehberlik ve psikolog desteği ile öğrencinin gelişimi sürekli izleniyor.
• Öğrencinin aile ortamından yeni okuluna sorunsuz geçişi ve sosyal adaptasyonu takip ediliyor.
• Sadece akademik değil kültürel ve sosyal gelişimi için destek veriliyor.
• Gerekli durumlarda özel ders desteği (dershane, yabancı dil vb.) sağlanıyor.
• www.turkegitimdernegi.org.tr sitesinden özel şifre kullanılarak öğrencinin performans takibi yapılabiliyor.

Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu “Hâlâ toplam nüfusumuzun yüzde 12,6’sı okuma yazma bilmiyorsa, 17 bin 636 okulda 646 bin çocuğumuz 1., 2., 3. ve 4. sınıflarla birleştirilmiş bir biçimde eğitim alıyorsa, AB standartlarında okul öncesi eğitim yüzde 75 iken bizde 3-5 yaşta yüzde 8,10 civarındaysa, maalesef riskin farkında değiliz.” açıklamasını yaptı.
Çevrenizde bir Sosyal Sorumluluk Projesi olarak eğitime katkıda bulunmak isteyen kurumlara da, Kurumsal İşbirliği çerçevesinde Türk Eğitim Derneği ile temasa geçmeleri yönünde bilgi vermeniz çok yararlı olacaktır.

Türkiye’de Eğitim Hakkı

Türkiye’de eğitim sektörünün, üretim ve hizmet sektörlerinde son 20-25 yıl içinde gerçekleşen küresel piyasalarla bütünleşme ve rekabet etme yönündeki değişim ve dönüşümlerinin gerisinde kaldığı gözlemlenmektedir. Şu anda var olan eğitim-öğretim uygulamalarının ekonomi ve toplumsal yaşamın gerekleriyle ilişkilendirilmesi yönünde ciddi sorunlarla karşı karşıya kalınmaktadır. Yaşam boyu öğrenme perspektifi içinde eğitim hakkı; bireyin eğitime erişiminin sağlanması, bireyin ve toplumun eğitim gereksinimlerini karşılayacak eğitim program ve kurumlarının mevcut olması, bireyin kurum ve programlara kabul edilmesi ve sunulan eğitimin ihtiyaçlara yanıt verebilecek esnekliğe sahip olması ile ilgilidir. Devletin, toplumsal katılımı da sağlayarak eğitim hakkının önündeki engelleri, güçlükleri ve dezavantajları ortadan kaldırmaya yönelik politikalar üretmesi ve uygulaması beklenmektedir. Bu anlayış geleneksel olarak “okula devam edebilme hakkı” ile eş anlamlı olarak kullanılan “eğitim hakkı” kavramından daha fazlasını ifade etmektedir.

Türkiye’de ilköğretimde erişim ve eşitlik daha çok okullaşma oranlarına ilişkin sayısal verilere dayalı olarak, cinsiyete ve bölgesel farklılara göre açıklanmaktadır. Cinsiyete ve bölgelere göre farklılıklar önemli olmakla birlikte, erişim ve eşitlikte gerçek durumu yansıtmaktan oldukça uzak görünmektedir. Erişimin yalnızca okula kayıt ve devam olarak algılanması, sorunun tanımlanmasında yetersiz kalmaktadır. Erişim ve eşitlik, okula kayıt ve devamın ötesinde, öğrencilerin aldığı eğitimin niteliği ile ilişkilendirilerek değerlendirilmelidir. Erişim, yalnızca okula kayıt ve devam anlamında değil, okulda altyapı, insan kaynakları ve öğretim uygulamaları açısından nitelikli bir eğitime erişim olarak görülebilir. Eşitlik ise, erişim ile ilişkilendirilerek, hem eğitimin girdileri hem de öğrenci kazanımları açısından ele alınmalıdır.

Türk gençliğine verilen eğitimin, toplumun ve ekonominin gereksinim duyduğu temel becerileri kazandırmaktan uzak kalmışlığı, kaynak yetersizliği ile açıklanamayacak boyuttadır. Yalnızca ilköğretim çağındaki yaklaşık 1.142.000 çocuğun eğitim hakkından yoksun kaldığı bilinen bir gerçektir. Ancak, okula kayıtlı ve devam eden milyonlarca çocuk için de, temel becerilerin kazandırılabildiği nitelikli bir eğitime erişim hakkının tam olarak sağlanabildiği söylenemez. OKS ve ÖSS gibi ulusal ölçekli değerlendirmelerden elde edilen sonuçlar, genellikle sıralama açısından değerlendirilmekte ve bu sonuçların gösterdiği bilgi ve beceri düzeylerinin bireysel ve toplumsal açıdan anlamları üzerinde yeterince durulmamaktadır. Aralık ayının başında PISA araştırmasının 2006 yılı sonuçları açıklandığında, yine ülkeler arasında Türkiye’nin kaçıncı olduğu üzerine daha çok odaklanıldığı görüldü. Artık hiç kimsenin PISA gibi araştırmaların “ulusal” olmadığını ve “bize” uymadığını, bu nedenle bizim çocuklarımızın sıralamada sonlarda kaldığını söylemesi olası gözükmemektedir. Çünkü “ulusal” olan OKS gibi sınavların sonuçları da PISA sonuçları ile örtüşmektedir.

Bütün değerlendirmeler ve bulgular, Türkiye genelinde öğrencilerimizin ancak %2 civarında bir kısmına “iyi bir eğitim” verebildiğimizi göstermektedir. Bunun bireysel olarak anlamı, bir birey olarak temel bilgi ve becerileri kazanma hakkından; iyi bir gelecek, iyi bir iş ve iyi bir gelir hakkından yoksun kalmak olarak değerlendirilebilir. Toplumsal açıdan ise, küreselleşmiş bir dünyada rekabet gücünü kaybetmek; politik ve ekonomik açıdan etkin bir aktör olmak yerine, küreselleşmenin bir nesnesi olmak gibi ciddi bir risk ortaya çıkmaktadır. Eğitimin mevcut durumunu gösteren veriler bir istatistik olmanın ötesinde, bireyin ve toplumun geleceği açısından değerlendirilmelidir. Nitelikli bir eğitim hakkından yoksun kalan her çocuk bir istatistik değil, bir insan, bir candır.

Ulusal düzeyde yapılan başarı değerlendirmeleri ile uluslararası düzeyde gerçekleştirilen PISA ve TIMMS gibi başarı değerlendirmelerinin sonuçları, Türk toplumu ve ekonomisi için alarm verici niteliktedir. Bu çalışmaların ortak sonucu; şu anki haliyle eğitim sisteminin ekonomik ve toplumsal kalkınmanın ön koşulu olan temel bilgi ve becerileri nüfusun ancak çok küçük bir kısmına kazandırılabildiği yönündedir. Eğitimin öğrencilere “ne kazandırdığı” yönündeki bulgular OECD üyesi ülkelerle karşılaştırıldığında, Türkiye sıralamanın sonlarında yer almaktadır. Bu göstergeler, eğitim sisteminin verimlilik açısından geldiği noktanın dramatik sonuçlar doğuracağı ve hemen harekete geçilmezse geç kalınacağı gerçeğini tüm açıklığıyla ortaya koymaktadır.

Dünya Bankası ve TUİK tarafından yapılan çalışmalarda, özel harcamalar da dikkate alındığında, Türkiye’de GSYİH’dan (Gayri Safi Yurt İçi Hasıla) eğitime ayrılan pay %7,2 olarak hesaplanmaktadır. Türkiye’de her yıl yaklaşık 10 milyar dolarlık bir kaynak, ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sınavlarına hazırlık kapsamında harcanırken, bireylerin eğitim haklarının tam olarak güvence altına alınmamış olması, kaynak kullanımı konusunda rasyonel olmayan bir yapı ile karşı karşıya olduğumuzu göstermektedir. Ayrıca, Türkiye’de ailelerin çocuklarının eğitimine verdiği önem ve bunun için çok büyük harcamalardan kaçınmadıkları bilinmektedir. Öyleyse temel sorun, eğitime ayrılan kaynakların yanlış yönlendirilmesi ve verimsiz kullanılmasıdır. Bu harcamanın, eğitimin geliştirilmesi ya da diğer ekonomik sektörlerde kullanılması halinde sağlayacağı katkılar göz ardı edilemeyecek büyüklüktedir.

Türkiye’de, eğitim hakkının güvence altına alınması, her çocuğun daha nitelikli bir eğitime daha eşitlikçi bir sistem içinde erişiminin sağlanması ve eğitim sisteminin ülkenin toplumsal ve ekonomik kalkınması için daha fazla artı değer yaratması ulusal bir program çerçevesinde ele alınmak zorundadır. Toplumun, bireylerin, ekonominin ve demokrasinin gereksinimlerine duyarlı ve bireylerin de eğitim haklarını güvence altına alan bir eğitim sistemi, kalkınmış bir toplum ve ülke ve aydınlık bir geleceğin ön koşulu olarak görülmektedir. Bu nedenle, Türk Eğitim Derneği, Ulu Önder Atatürk’ün liderliğinde kuruluşunun 80. yılında, “Türkiye’de Eğitim Hakkı” üzerine uluslararası bir eğitim forumu düzenleyerek, ulusal bir eğitim programının geliştirilmesine temel oluşturabilecek diyalog ortamının yaratılmasını ve bu forumla birlikte ulusal bir programın temelini oluşturacak bir belgenin hazırlanmasını hedeflemektedir.

Eğitim Alanında Bir Sivil Toplum Kuruluşu: Türk Eğitim Derneği
Türk Eğitim Derneği 80 yıl önce, başarılı fakat maddi olanakları yetersiz öğrencilere destek sağlama, yabancı dilde eğitim veren okullar açma ve Türk eğitim politikasının oluşturulmasına katkıda bulunma misyonu ile yola çıkmıştır. Türk Eğitim Derneği 80 yıldır üstlenmiş olduğu misyonun bilinci ile Türk eğitim standartlarını çağdaş seviyelere taşıyacak bilimsel platformlar oluşturmak, araştırma projeleri ve hazırladığı raporlar ile eğitim sisteminin sorunları ve çözümleri üzerine toplumu bilinçlendirmek, sorunları ve çözüm önerilerini ilgililerle paylaşmak amacıyla çalışmalarını sürdürmektedir.

Türk Eğitim Derneği, güçlü bir ülke için eğitimin şart olduğunun bilincinde olan bir sivil toplum kuruluşudur. Eğitime stratejik bir perspektiften bakarak sorunları bütünsel bir çerçevede değerlendiren Türk Eğitim Derneği, mevcut eğitim kurumlarının kalitesini yükseltmeyi, nitelikli yeni okullar açmayı, eğitim zincirini üniversiteyle birleştirmeyi ve tüm bunları gerçekleştirecek nitelikte bir dernek yapılanmasına gitmeyi hedeflemektedir. Türk Eğitim Derneği bugüne kadar sadece sorunları ortaya koymakla kalmayıp okul öncesi eğitimin sorunları ve Türkiye’yi bir çıkmaza sokmuş olan üniversiteye giriş sınavı sistemiyle ilgili getirdiği çözüm önerileriyle sivil toplum kuruluşu olma görevini yerine getirmiştir ve getirmeye devam edecektir.

“80. Yıl Uluslararası Eğitim Forumu” Ocak ayında Ankara’da
Türk Eğitim Derneği kuruluşunun 80. yılında, eğitim hakkının yaşam boyu öğrenme perspektifi içinde ele alınmasını, sorunların tartışılmasını, politikaların ve çözüm önerilerinin geliştirilmesini sağlayacak bir diyalog ve platform oluşturmak amacıyla yapacağı çalışmalar kapsamında, Türkiye’den ve uluslararası alandan seçkin bilim ve devlet adamlarının katılımı ile gerçekleştireceği “Eğitim Hakkı ve Gelecek Perspektifleri” konulu “80. Yıl Uluslararası Eğitim Forumu”nu düzenlemektedir. TED Ankara Koleji İncek Kampüsü’nde düzenlenecek olan Forum’da, eğitim hakkının sağlanmasında küresel gelişme ve değişmeleri de dikkate alan ve Türkiye’de eğitim hakkının geliştirilmesini sağlayacak bir ulusal programa temel oluşturacak bir bakış açısı oluşturulması ve belgelenmesi hedeflenmektedir. Forum’da eğitim hakkı; eğitimin ideolojik anlamı, küresel değişmeler ve eğitim, okulun değişen rol ve işlevleri, sürdürülebilir ekonomik kalkınma üzerinde eğitimin etkileri, giriş sınavları, erişim ve eşitlik, AB’ye giriş sürecinin bilgi ekonomisi açısından yeniden değerlendirilmesi ve eğitimde sivil toplumun rolü konuları çerçevesinde ele alınacaktır.

28-30 Ocak 2008 tarihleri arasında düzenlenecek olan Forum çerçevesinde yapılacak oturumların konu başlıkları:
• Eğitimin İdeolojik Olarak Anlamı,
• Küresel Değişmeler ve Eğitim,
• Okulun Değişen Rol ve İşlevi,
• Eğitimin Sürdürülebilir Ekonomik Kalkınma Üzerindeki Etkisi,
• Giriş Sınavları: Eleme mi, Eğitim Hakkının Engellenmesi mi?,
• Eğitim Hakkı: Erişim ve Eşitlik,
• Gelecek için Perspektifler: Yaşam Boyu Öğrenme ve Herkes İçin Eğitim
• Türkiye İçin Farklı Gelecek Senaryoları: AB Sürecinin Bilgi Ekonomisi Açısından Yeniden Yorumlanması
• Eğitimde Toplumsal Sorumluluk ve Sivil Toplum Örgütlerinin Rolü

Oturumlara katılacak konuşmacılar arasında;
– Prof. Dr. Kim Shin-İl, Güney Kore Cumhuriyeti Başbakan Yardımcısı ve Eğitim ve İnsan Kaynaklarını Geliştirme Bakanı
– William Hansen ,ABD Eğitim Bakanlığı Eski Müsteşarı
– Prof. Dr. Michael W. Apple, Wisconsin Üniversitesi
– Prof. Dr. Mark Ginsburg, Pittsburgh Üniversitesi
– Prof. Dr. Stephen Heyneman, Vanderbilt Peabody Koleji
– Prof. Dr. Howard Gardner, Harvard Üniversitesi
– Prof. Dr. Kamil Özerk, Oslo Üniversitesi
– Prof. Dr. Donald K. Adams, Pittsburgh Üniversitesi
– Dr. Robin Horn, Dünya Bankası, İnsani Kalkınma Ağı Eğitim Müdürü
– Prof. Dr. Chong Jae Lee, Güney Kore Eğitim Geliştirme Enstitüsü Eski Başkanı
– Rodolfo Meoño Soto, Birleşmiş Milletler Eğitim Hakkı Özel Raportörlüğü Ekibi
– Prof. Dr. Pavel Zgaga, Slovenya Milli Eğitim Eski Bakanı, Ljubljana Üniversitesi
– Dr. Vittorio Campione, Camporlecchio Eğitim, Yönetim Kurulu Başkanı
– Dr. Alexandru Crisan, Eğitim Reform Merkezi 2000+ Başkanı
– Prof Dr. Giuseppe Fiori, İtalya Eğitim Bakanlığı, Okul Personel ve Planlama Genel Müdürü
gibi yabancı uzmanlar ve Türkiye’den;
– Prof. Dr. Kenan GÜRSOY, Galatasaray Üniversitesi, Fen Edebiyat Fakültesi Dekanı
– Prof. Dr. Ahmet İnam, Orta Doğu Teknik Üniversitesi,
– Prof. Dr. Üstün Ergüder, İstanbul Politikalar Merkezi Direktörü
– Dr. Bahadır Kaleağası, AB ve UNICE Nezdinde TÜSİAD Temsilcisi
– Dr. Cüneyt Ülsever, Hürriyet Gazetesi Köşe Yazarı
– Prof. Dr. İpek Gürkaynak, Gürkaynak Yurttaşlık Enstitüsü Eş-Başkanı
– Prof. Dr. Ali Doğramacı, Bilkent Üniversitesi Rektörü
– Prof. Dr. Muhittin Şimşek, YÖK Denetleme Kurulu Üyesi
– Prof. Dr. İrfan Erdoğan, Talim ve Terbiye Kurulu Başkanı
– Faruk Köprülü, ÖZDEBİR Yönetim Kurulu Başkanı
– Prof. Dr. Tosun Terzioğlu, Sabancı Üniversitesi Rektörü
– Prof. Dr. Tunçalp Özgen, Hacettepe Üniversitesi
– Abbas Güçlü, Milliyet Gazetesi Eğitim Editörü ve Köşe Yazarı,
– Oturum Başkanı: Prof. Dr. Aybar Ertepınar
– Prof. Dr. Sabahattin Balcı, Ankara Üniversitesi, Çankırı Meslek Yüksekokulu Müdürü
– Alev Alatlı, Yazar
– Volkan Vural, Emekli Büyükelçi
– Zeynep Göğüş, Gazeteci – Yazar
– Turgut Bozkurt, Türk Eğitim Vakfı Genel Müdürü
gibi seçkin konuşmacılar yer almaktadır.

Eğitim hakkının bir yaşam ve gelecek hakkı olduğunu ifade eden Türk Eğitim Derneği Genel Başkanı Selçuk Pehlivanoğlu, genel anlamda, eğitimdeki fırsat eşitsizliğinin ortadan kaldırılması ve sorunların üstesinden gelinmesi için yapılması gereken çalışmalara bir sivil toplum örgütü olarak dikkat çekmenin görevleri arasında olduğunu, özel anlamda ise, bu Forum’la ulusal bir programın temelini oluşturacak bir belgenin hazırlanacağını belirtmektedir.

Eğitemeyen eğitim sarmalında Türkiye’nin rekabet gücü

“Rekabet, aynı yarışta koşmayı seçmek demektir. Rekabetüstünde ise rakipler, kendi yarış alanlarını kendileri seçerler.” Edward de Bono

Türkiye’de mevcut duruma bakıldığında, 2002-2007 yılları arasında %7,5 oranında ekonomik büyüme sağlanmış, üretim ve hizmet sektörleri son birkaç on yıl içinde küresel piyasalarla bütünleşme ve rekabet etme yönünde kayda değer bir değişim ve dönüşüm süreci yaşamıştır. Ne yazık ki, bu büyüme tek başına yeterli olmamış, aynı dönemde eğitim sistemi, ekonomi, istihdam ve toplumdaki değişimleri destekleyecek gelişimi gösterememiştir.

Kaynak yetersizliği, eğitim sisteminin istenen ivmeyi yakalayamamasının en önemli sebebi olarak gösterilmektedir. Oysa, Dünya Bankası ve TÜİK tarafından yapılan çalışmalarda, özel harcamalar da dikkate alındığında, Türkiye’de GSYİH’dan eğitime ayrılan pay %10,4 olarak hesaplanmaktadır. Bu oran, OECD ülkeleri içinde, Güney Kore ile birlikte, GSYİH’dan eğitime harcanan en yüksek orandır. Yani aslında, Türkiye, eğitime önemli bir miktarda kaynak ayırmaktadır. Öyleyse, temel sorun, eğitime ayrılan kaynakların yanlış yönlendirilerek etkin ve verimli kullanılamamasıdır. Türkiye’de her yıl yaklaşık 10 milyar dolarlık bir kaynak ortaöğretime ve yükseköğretime geçiş sınavlarına hazırlık kapsamında adeta sektör içinde sektör haline gelmiş olan dershanelere harcanmaktadır. Bu büyüklükte bir harcamanın, bir kısmının bile okullarda eğitimin geliştirilmesi için kullanılması halinde sağlayacağı katkılar göz ardı edilemez.

Bu kaynaklarla aslında neler yapılabilir? Türkiye’nin yükseköğretim çağındaki nüfusunun okullaşma oranı %65 düzeyine çıkarılabilir. Bunun için, sadece 3.221.000.000$ yıllık kaynak ile, bir yılda Sabancı ve Koç Üniversiteleri niteliğinde (3.221.000.000$/500.000.000$ = 6,42) yaklaşık 7 yeni üniversite kurulabilir. Bu nitelikte bir devlet üniversitesi 7.000 öğrenci için yeni kapasite yaratır. 2007 yılı YÖK ve üniversite bütçelerinin toplamının 6.586.692 bin YTL olduğu göz önünde bulundurulursa, boşa giden kaynaklar ile her yıl yüksek öğretimde (6,42 x 7.000 = 45.080) 45.080 öğrencilik yeni örgün eğitim kapasitesi oluşturulabilir. ÖSS’ye hazırlık için zaten yapılmakta olan harcamaların üniversite eğitimine yönlendirilmesi sonucu, kaynakların daha verimli kullanılması sağlanmış olacaktır. Her yıl ÖSS’ye hazırlık için harcanan kaynaklar ile Türk Eğitim Derneği’nin “Türkiye’nin Üniversiteye Giriş Sistemi” raporunda 2023 yılı için öngörülen ve YÖK’ün “Türkiye’nin Yükseköğretim Stratejisi – Taslak Rapor”unda 2025 yılı için öngörülen yükseköğretimde kapasite artışı ve lisansüstü düzeyde araştırmacı – öğretim elemanı yetiştirme hedefleri, ek bir kaynağa ihtiyaç kalmadan gerçekleştirilebilir.

Türkiye’de 70,5 milyonluk toplam nüfusun yaklaşık 20 milyonunu, 0-19 yaş aralığı oluşturmaktadır. Yani, yaklaşık 20 milyon kişi eğitimin tüm kademelerinden hizmet almaktadır. Bu nüfus 2023’e kadar demografik fırsat olarak karşımızdadır. Bu büyüklükte bir nüfusun küreselleşmenin ve bilgi çağının gerekleri doğrultusunda eğitilemediği takdirde bu fırsatın nasıl büyük bir tehdide dönüşebileceği görülmelidir. Pek çok gelişmekte olan ülke gibi Türkiye’de de eğitim bir yandan ülke gündeminde rejim ve ekonomi tartışmalarının gerisinde kalmakta, diğer yandan ise pek çok sosyal ve ekonomik sorun için çözüm olarak gösterilmektedir. Eğitimin başka sorunlara çözüm olabilmesi, ancak ve ancak kendisinin kronikleşmiş bir sorun olmaktan çıkmasıyla mümkün olabilecektir.

Rekabet etkenleri, 1960’lardan bu yana, her on yıla bakıldığında farklılıklar göstermiştir. 1960’larda ‘üretim üstünlüğü’, 1970’lerde ‘maliyet üstünlüğü’, 1980’lerde ‘kalite üstünlüğü’ ve 1990’larda ‘hız üstünlüğü’ ana rekabet etkenleri olarak görülmüştür. 2000’li yıllarda ise daha ‘soyut etkenler’ ortaya çıkmıştır. Bu soyut etkenlerden bazıları çalışanların yaratıcılıkları ve bilgileri, yeni bilgilere ulaşabilme ve kullanabilmelerindeki hızları ve öğrenmenin bitmeyen bir süreç olarak algılanması gibi rakipler tarafından anlaşılabilmesi ve taklit edilebilmesi zor etkenlerdir. Baş döndürücü değişimlerin yaşandığı bilgi çağında artık rekabet gücü en önemli odak noktası haline gelmiştir. O halde eğitimin öncelikli işlevi, bilgi toplumunun gerekleriyle baş edebilmek için ‘etkin’ ve değişime uyum sağlayacak şekilde ‘hızlı’ ve ‘nitelikli’ işgücü yetiştirmek olmalıdır. Dünya bu kadar hızlı değişirken, eğitim bu değişmenin gerisinde kalmamalıdır. Bunun formülü çok basittir: Eğitimin hızı ve niteliği, bilgi toplumundaki değişim hızı ve gereklerine en azından eşit ya da daha büyük olmalıdır.

Bilgi çağı ekonomisinde ana sermaye beyin gücü, yani, iyi yetişmiş insan gücüdür. Sürdürülebilir rekabeti mümkün kılacak olan bu sermayedir. Oysa, Türkiye’de mevcut koşullara bakıldığında, yalnızca eğitime aktarılan kaynaklar değil, insan sermayesi de har vurup harman savrulmaktadır. Önemli bir değişken olan istihdam ile eğitim arasındaki ilişkiye bakıldığında, şu anda var olan işgücünün, sanayi ötesi çağın istihdam alanlarının gerektirdiği becerilerle donatılmamış olduğu görülmektedir. Ekonomik kalkınma ve rekabet gücünün geliştirilmesi ile o ülkenin genç nüfusunun ne öğrendiği arasında doğrudan bir ilişki vardır. Eğitim, kalkınma ile ilgili stratejilerin merkezinde yer alır. Burada odak noktası, eğitim kurumlarının niteliği ve ekonomik kalkınma ile eğitimin kazandırabileceği beceriler arasında ilişkiyi belirlemektir. Türkiye’de verilen eğitimin niteliğinde ciddi problemler olması, işgücünün beceri düzeyi ve yenilikçilik kapasitesi(zliği) üretimin yapısını olumsuz etkilemektedir.

Demografik bir fırsat olarak görülen genç nüfusu ile övünen Türkiye’de;
• 2006 yılı itibariyle işgücünün %66’sı, istihdamın %66,7’si ve işsizlerin %59,9’u lise altı eğitim seviyesindekiler ve okumaz-yazmazlardan oluşmaktadır.
• Ne öğrenim, ne de iş hayatında yer almayan kadınların sayısı 2,2 milyon dolayındadır.
• Halen 15 yaş üzerinde okuma yazma bilmeyen 6,1 milyon kişi bulunmaktadır.
• İlköğretim çağında yaklaşık 1.142.000 çocuk eğitim hakkından yoksundur ve okula devam edenler de bilgi çağının gerektirdiği temel becerileri kazanamamaktadır.
• 2007 yılı itibariyle Türkiye 55 ülke arasında rekabet gücü sıralamasında 48. sırada yer almıştır.
• UNESCO tarafından eğitimin gelişimini ölçmek için hazırlanan ‘Herkes İçin Eğitim Gelişme Endeksi’nde Türkiye 125 ülke arasında 77. sırada yer almaktadır.
• PISA (Uluslararası Öğrenci Değerlendirme Programı) araştırmasında öğrencilerin problem çözme başarılarına göre yapılan sıralamada Türkiye, katılan 40 ülke içinde son sıralarda yer almıştır.
• İşsizlik %10’luk seviyenin altına indirilememiştir.

Bu veriler aslında Türk gençliğinin ve dolayısıyla Türkiye’nin büyük resimde nerede yer aldığını açıkça göstermektedir. 2023 yılına gelindiğinde, nüfusun %70’i çalışma çağında olacaktır. Küçülen dünyada büyüyen eğitimsiz gençlik, gerekli önlemler hemen alınmazsa bir tehdide dönüşecektir. Eğitim açısından dünya ortalamalarına ulaşamadığımız düşünüldüğünde, eğitimin bireysel yönelimli ve kısa erimli uygulamalara bırakılamayacak ve ideolojik kazanımlar için bir araç olarak kullanılamayacak kadar önemli bir iş olduğunun artık farkına varılmalıdır. Ülkemizdeki sorun, kaynak yetersizliği değil, sürekli değişen politikalar ve kuvvetler kavgasıdır. Ancak tüm paydaşların katılımıyla oluşturulacak ulusal bir eğitim programı, Türkiye’yi rekabet gücü yüksek önder bir ülke yapacaktır.

Gelecek kuşaklarımızın kendi yarış alanlarını yaratmalarını sağlamak öncelikli görevimiz